Güncelleme Tarihi:
Doktor ve psikiyatr Ernst Augustin’in roman yazma güdüleri Franz Kafka’nın eserlerini okumasıyla başladı. Thomas Mann’ın yapabildiği gibi, hikâyeyi her zaman doğru ve geniş bir perspektifle anlatmaya çalıştı. Çalışmalarının çoğunda Jean Paul Sartre’dan etkilendiği de ortada. 1927 yılında doğan ve İkinci Dünya Savaşı deneyimini de yaşayan yazar, Fransız yazar ve filozoflar gibi edebiyatı varoluşsal bir şey olarak görenlerden biri. Augustine, gerçeküstücülerin halefi olarak fantastik edebiyatın temsilcisi kabul edilir.
Romanlarında kullandığı baskın teması bölünmüş bir kişiliğin dışavurumları, son romanı ‘Robinson’un Mavi Evi’nde de birinci tekil şahıs anlatıcı tarafından okuyucuya sunuluyor. Gerçek ismini öğrenemediğimiz anlatıcı kendisini Daniel Defoe ile karşılaştırıyor. “Daniel Defoe, bu öykünün eski, epeyce gerilerde kalmış bir uyarlamasında en inanılmaz, en maceralı hayatı kendisinin yaşadığını söyler. Ben de derim ki: Ben de!” Ancak daha çok kurgusal karakteri Robinson Crusoe’nun modern bir mirasçısı olarak görülüyor. O, korkuları, yalnızlığı ve kader tarafından yönlendirilen, dünyada ve hayatta rahat etmeye çalışan terk edilmiş bir varoluş olarak karşımıza çıkıyor.
‘Cehennem kapısı’ olarak tanımlanan ‘chatroom’a 15 kere başka kullanıcılar tarafından seçildiği için Robinson takma ismini kullanamıyor. 16’ncı Robinson olması için bir kelimeye bir ekleme yapması gerektiği belirtilince kendine ‘Robinsoncumayıarıyor’u seçiyor. Birkaç başarısız denemenin ardından sohbet odasında ‘Cuma’ ile konuşmaya başlıyor. Yazarın internet kafeden Cuma’ya yazdıklarından oluşan romanın başlığının ‘Robinson’un Mavi Evi’ aslında bir çelişkiyi ortaya koyuyor. Dünyayı dolaşabilen anlatıcının, bir adaya sıkışmış kalmış Defoe’nun kahramanıyla zıtlığı ortada. Romanda mavi, ev boyası olarak kullanılıyor. Robinson Crouse’nun adasını çevreleyen masmavi deniz gibi anlatıcı da evinde hapsolmuş izlenimi veriyor. Kendi ‘Cuma’sını bulan ‘Robinsoncumayıarıyor’ hayat hikâyesini ona anlatıyor. Bu Robinson, babasından kalan büyük bir servetin vârisi olduğunu söylüyor. Dünyayı kendisine tabi kılabildiğinin altını çizerek, çocukluk günlerinden beri firarda olduğunu anlatıyor. Güney Pasifik’teki adalardan Londra’daki zindanlara; Varşova’daki bir tren istasyonundan İstanbul’daki gizemli bir otele; Lüksemburg’daki bir villadan New York’taki gökdelenin tepesine gittiğini anlatıyor. Robinson inanılmaz bir anlatım rahatlığıyla karşısındakileri etkilemeyi başarıyor.
Augustin, okuyucusunu şaşırtan, harika dünyalara yolculuğa çıkaran bir edebiyat sihirbazıdır. Sadece görüneni vermek onun tipik çalışma şeklidir. Gerisi ise okuyucuya kalmıştır. Dünyayı tamamen gezmek, uzak diyarları keşfetmek isteyen Augustin, ‘Robinson’un Mavi Evi’nin okuyucusuna bunu da hissettirmeyi başarıyor. Hikâye tuhaf, çarpık, su basmış kiliseden süpürge dolabına, mesken olarak kullanılan zindanlardan kahramanın saklandığı ve kendini rahat hissettiği evine fantastik mekânları dolaşıyor. Okuyucu yazarın resmettiği bu mekânları takip etmeyi seviyor, tuhaf durumlar karşısında eğleniyor ve en önemlisi de yazarın hayal gücü ve yaratıcılığına hayran kalıyor. Rüya yorumlarında olduğu gibi, kitabı analiz etmek isteyen herkes farklı bir şeyler bulacaktır. Modern ve fantastik bu Robinson’un Cuma’sına yazdıklarını okumak size iyi gelecek, eğlenmeniz için de bir fırsat yaratacaktır.