'Modern aklın en büyük açmazı kayıtsızlıktır'

Güncelleme Tarihi:

Modern aklın en büyük açmazı kayıtsızlıktır
Oluşturulma Tarihi: Aralık 10, 2018 12:18

2012 yılında İsrail’de Sapir ve 2016 yılında İtalya’da Adei-Wizo ödüllerine layık görülen 'Bir Gece Markoviç' Türkçe'de yayımlandı. Kitabın çevirmeni Tuğçe Togo, kitabın İsrailli yazarı Ayelet Gundar-Goshen ile konuştu. Bir yazar olarak insanların hayatları boyunca nasıl değişim geçirdiğiyle ilgilendiğini ifade eden Gundar-Goshen şiddet konusuna dair "Şair Amichai şöyle der: 'Yumruk bir zamanlar sadece bir eldi.' O eli yumruğa dönüştüren şey neydi ve eski hâline çevirebilir miyiz?" sorusuna yanıt aradığını söyledi.

Haberin Devamı

İlk kitabınız 'Bir Gece, Markoviç artık Türkçe’de. Kitabın çeviri süreci benim için keyifli bir yolculuktu. Tıpkı kitabın kendisi gibi. Hikâye boyunca “yolculuk” hissi peşinizi bırakmıyor. Ve yolculuk kaçınılmaz olarak süregelen değişimleri de beraberinde getiriyor. Sizin için yolculuk nedir?

Bence insanın ruhu yüzyıllardır değişmiyor: İyi ile kötünün, karanlık ile ışığın birlikteliği arasında bir yolculuktan ibaret. Nasıl ki bizden önceki insanlarla aynı bedene, organlara sahipsek, ruhumuz da Yunan mitolojisine ya da kutsal kitaplara ilham veren aynı ruh mekanizmasına sahip. 

Kitaptan da yola çıkarsak her şeyin değişmeye mahkûm olduğunu söyleyebilir miyiz? Ve bu değişimler hep beklenmedik bir biçimde ortaya çıkıyor. İnsan hayatı bu değişimlere ayak uydurmak ya da uydurmamak veya uydurmayı tercih etmemekle geçiyor. 
Kesinlikle. Ben yazar olarak insanların hayatları boyunca nasıl değişim geçirdiğiyle ilgileniyorum. Şair Amichai şöyle der: “Yumruk bir zamanlar sadece bir eldi.” Birinin agresifleştiğini ya da şiddet eğilimine kapıldığını gördüğümüzde hep bu sözü hatırlayabilir ve kendimize neyin değiştiğini sorabiliriz. O eli yumruğa dönüştüren şey neydi ve eski hâline çevirebilir miyiz? 

Haberin Devamı

Peki değişim ve dönüşümlerle dolu bir ülkede yaşamak? Savaş da tüm diğerleri gibi beklenmedik ve istenmeyen bir dönüşüm hâli. Birey üzerinde etkisi nedir? 
Modern aklın en büyük açmazı kayıtsızlıktır; gözümüzün önündeki şeyi görememe becerimiz. İsrailli biri olarak kendi halkım ve Filistin halkı için daha iyi bir geleceğin peşindeyim. Her iki yönetimin de şiddeti durdurup uzlaşma sağlamak için bir adım atması gerek. 

'Bir Gece Markoviç’i yazmanızın özel bir sebebi var mı ya da bu romanı size yazdıran bir deneyim yaşadınız mı?
Bir gün erkek arkadaşım beni kasabaya ailesiyle tanıştırmaya götürmüştü, ona bir evi işaret edip “Şu evde kim yaşıyor?” diye sordum. Çitlerin ardından görülen bu ev bana karanlık ve nedense sırlarla çevrili gibi geldi. Duvarları örten sarmaşık ya da çatıdan sarkan yarasalar gibi şeyler yoktu ama çocuk seslerinin ya da barbekü kokularının yükseldiği diğer evlerin aksine bu evin bahçesinden tuhaf bir hüzün yayılıyordu. Erkek arkadaşım “Güzel Bella’nın evi,” diye cevapladı. Ona her kadının başka güzel bir kadından bahseden sevgilisine atacağı türden bir bakış attım, o da hemen güzel Bella’nın 80 yaşında olduğunu söyleyerek lafı çevirdi. Kasabanın en zavallı kadınıymış. “Neden zavallı?” diye sordum. Hemen bakışları hareketlendi. Cansız bir sohbeti hareketlendirmek için birinin zavallılığından daha iyi bir konu yoktur. Bella yalnızca güzel değil, gerçekten güzel bir kadınmış: bülbülleri susturan, kaplumbağaları peşinden sürükleyen, erkeklerin kanını donduran bir güzellik. Fakat onca erkeğin arasından kasabanın en silik adamıyla evlendirilmeye mahkûm edilmiş. Bella’nın hikâyesi İkinci Dünya Savaşı sırasında kahramanca olduğu düşünülüp korkunç sonuçlar doğuran bir operasyona dayanıyor. Biraz inceleyince keşfettim; dönemin Yahudi çiftçileri Avrupa’ya ulaşabilmek için Filistin mandasından kaçıyorlar. Planları İngiliz kanununa göre İsrail’e kabul edilmeyen Yahudi kızlarla evlenmek. Bu anlaşmalı evlilikler genç kızları Nazi Avrupa’sından ve İngiliz yasalarının zorbalığından kurtaracak. Evlilik denen şey ulusal bir girişimin sembolü hâline geliyor. İsrail’e ulaştıklarında çiftlerin boşanmasına ve yaşamlarına devam etmesine izin veriliyor. Tarih kitapları bu olayı ilahlaştırır ama zamanı gelince onunla boşanmayı reddeden bir çiftçiyle evlenen güzel Bella’nın hikâyesini onlarda bulamazsınız. İsteği dışında bu adamla evli kalır, biraz da dini kuralların boyunduruğu altındadır. Çünkü erkeğin rızası olmadan bir kadın kocasından boşanamayacağına inanılırdı. Başka bir erkekle de evlenemezdi, evlenip çocuk yaparsa bu çocuklar “evlilik dışı çocuk” konumuna düşerdi. 

Haberin Devamı

Modern aklın en büyük açmazı kayıtsızlıktır

Bella karakterinin gerçek yaşamdan etkilenerek yazıldığı çok açık. Peki ya Yaakov Markoviç? 
Bella’nın hikâyesini duyunca içinizden “Hain!” diye bağırmak geliyor. İlk duyduğumda ben de öyle hissettim. Ama içimdeki psikolog hemen harekete geçti. Bu adamı suçlamak yerine onu anlamayı denedim. Bir insanı, bir başkasını, ona ait olmayan bir şeyi alıkoymaya iten sebepleri düşündüm. Korkunç bir tutku ya da saldırganlıkla, bir şeylere tutunup onu bırakmamakta direten yanımı düşündüm. Eğer sıkıca tutarlarsa, o şeyin bir gün onlara ait olacağı beklentisiyle yaşayan insanları düşündüm. Bu adama Yaakov Markoviç ismini verdim. Bu isim anneannemin çocukluktan beri tanıdığım bir arkadaşına ait. Yaakov’un kimsenin adını bilmediği, dönüp bakmadığı bir karakter olarak tasarladım. Bella’nın güzelliği karşısında kendi yalnızlığına yenilmiş ve böylesi acizliğe bürünmüş bir karakterin toplumdan uzak biri, silik bir karakter olması gerekiyordu.

Haberin Devamı

Peki silik bir karakter nasıl yazılır? Bir romanda silik bir karakter olabilir mi?
Aslına bakarsanız gerçek hayatta “önemsiz karakter” diye bir şeyin varlığına inanmıyorum. Diyelim ki metresiyle buluşmak için otobüse binen bir adam hakkında yazacaksınız. Otobüs şoförü önemsiz bir karakter gibi görünebilir ama söz konusu adam o gece eşini öldürme planları yapan biri olabilir. Ya da eve gidip çocuklarına şahane masallar anlatan bir babadır, gün içinde çalışırken topladığı tüm gözlemleri akşam masal anlatırken kullanan bir baba. Bir karaktere odaklandığınızda bu karakterin diğerlerinden daha önemli olduğu yanlışına kapılabilirsiniz. Bu yalnızca edebiyatta değil, günlük yaşamda da karşımıza çıkar. Kendimize o kadar yoğunlaşırız ki başkalarını “önemsiz karakterler” olarak görmeye başlarız. Fakat gerçek şu ki o otobüsteki herkesten bir roman yazılabilir. Kiminden korku romanı yazılır, kimindense boşluğun ve yokluğun hikâyesi. En nihayetinde hikâyedir. 

Haberin Devamı

Romanlarınızın politik bir boyutu da var. Okuduğumuz tarihin dışında bir tarihi anlatıyorsunuz: insanların tarihi, aşkın tarihi, tarihin gündelik yüzü de denebilir. Politik anlamda okura tarihin satır aralarını aktardığınızı söyleyebilir miyiz? 
Roman politik bir demeç değildir. Salt romandır. Elbette politik tarafları vardır. İnsanlara yalnızca özel değil toplumsal ve politik anlamda da dokunmak ister. Bu iki yönelim birbirinden ayrı değerlendirilemez diye düşünüyorum. Roman yazarken konuştuğumuz şey insanlığın ne olduğudur. Ahlaki sorumluluklarımızı irdeler. Bence bir yazarın işi okurun çoğunlukla bakmaktan kaçındığı yöne bakmasını sağlamaktır. Edebiyat günlük gözlemlerden farklı bir görme eylemidir. Haber editörü olarak çalıştığımda, insanların kahve içerken gerçekliğin ne kadarını algıladığını saptamaya çalışırdık. Siz kahvenizi yudumlarken, bir yandan elinizde tuttuğunuz gazete de işini yapar. Ama edebiyatın daha farklı olduğuna inanıyorum. Edebiyat insana masasındaki kahveyi döktürmelidir.   

Haberin Devamı

Romanda her türlü değişime ve dönüşüme meydan okuyan bir dostluk da var. Feinberg ile Markoviç’in dostluğu zamanın getirdiklerine, hatalara ve değişimlere rağmen güçlü kalıyor. Bu örnek de romanın satır aralarına gizlenmiş umuda dair örneklerden biri midir?
Kesinlikle. Umut iyi-kötü her ilişkinin içinde gizlidir. Seküler bir insan olarak umudun evrenin kendisinde gizli olduğuna inanmıyorum; umut birbirimize karşı tutumlarımızda gizli.   

Kitaptaki kadın karakterlere gelirsek, yaşadıkları son derece gerçekçi. Bella, Yaakov’dan boşanacağı günü bekliyor, Rachel kasap kocası Avraham’la yeni hayatına alışmayı bekliyor, Sonya’da Feinberg’in döneceği günü. Bekleyişlerinin büyük hayal kırıklıklarına dönüştüğünü okuyoruz. Bu bekleyiş romantize edilmiyor. Erkekler savaştan sağ çıkmaya çalışırken perde arkasında kadınlar neyin mücadelesi veriyor? Bekleme eylemi kadınları anlatırken kullandığınız temalardan biri diyebilir miyiz? 
Kadın olarak, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşayan kadınların sesini aktarmak benim için çok önemliydi. Çünkü çoğu kitap erkekler tarafından erkekler hakkında yazılıyor. Odesa destanını hatırlayalım; Odysseus savaşa gider ve Penelope eve dönüşünü bekler. Penelope’nin nasıl beklediğini okuyor muyuz? Kadın-erkek hepimiz savaştan darbe alıyoruz. Kadınlar bir de bedenlerinde başka bir canlı taşıyor. Bu bile hayatın ne kadar hassas ve kutsal olduğunu anlamaya yeter. Savaşta ya da barışta, kadın olduğu için cinsel anlamda tehlike altında hissetmemiş bir kadın olduğunu sanmıyorum. Umarım kızım daha başka bir çağa doğmuştur.  

Kokunun önemli bir hafıza tetikleyicisi olduğu bilinir. Savaş ortamı insanın tüm kokulardan mahrum edildiği bir yerdir, fakat aşka rengini veren portakal ve şeftali kokusu kitap boyunca burnumuzun dibindeydi. Kitap bu anlamda erotik duyguların yönettiği bir okuma mı öneriyor? 
Erotizmin hayatın önemli bir parçası olduğuna inanırım. Çoğu kitapta ölümü detaylarıyla okuruz ama mesele aşk, cinsellik ve hayatın kendisine geldiğinde detayları es geçeriz. Bu kitapta ölümü ve aşkı hayatta olduğu kadar gerçek yazmaya çalıştım.

Aktivist bir hümanist olduğunuzu biliyoruz. Kitapta savaş temasını ele alırken savaşın karakter üzerindeki etkisine odaklanmayı seçtiniz. Arap halkının ölümleri üzerinde fazla durulmamasının bilinçli yapıldığı anlaşılıyor. Yine de bunu göz ardı ettiğinize dair bir eleştiri aldınız mı?  
Günlük yaşamda son derece politik biriyim ama yazarken karakterlerime sadık kalmayı tercih ederim. Bu kitap İsrailli insanlarla ilgili, başkalarının çektiği acılara karşı ne kadar duyarsız olduğumuzla ilgili. Markoviç Bella’nın isteklerine duyarsız, tıpkı biz İsraillilerin diğer taraftaki insanların acılarına kimi zaman duyarsız oluşumuz gibi. Arap hikâyesine rastlanmamasının sebebi de, karakterlerin bu hikâyeyi göremeyişinden kaynaklanıyor. 

Biyolojik ailenin de akıllıca bir eleştirisini seziyoruz. Zeev başka bir adamın çocuğunu büyütüyor ve bir kız çocuğunu evlat ediniyor. Yaakov için de aynı durum geçerli. Kitapta aile, ulus, aidiyet, soy gibi kavramların taşıdığı klişeleri tahrip etmeye çalıştığınızı söyleyebilir miyiz? Coğrafya kader midir? 
Tüm klişeleri gücüm yettiğince yok etmeye çalışıyorum. Ünlem işaretini (!) hep soru işaretine (?) dönüştürmeye çalışıyorum. Zeev’in evlat edindiği kız bir Nazi subayının kızı. Babası öldürülmemiş olsaydı bambaşka bir hayat sürecekti.

Yazmaya nasıl başladınız? Yazmak hayatınızda ne tür boşlukları tamamlıyor ya da tamamlıyor mu?

Çocukken kitapları gerçekten bir kaçış aracı olarak görürdüm. Gittiğim her yere kitabımı da götürürdüm, beni dış dünyadan koruduğuna inandığım bir kalkan gibiydi. O yaşlardan beri yazıyorum ama ancak İsrailli yazar Eshkol Nevo’yla tanıştığım zaman kitaplarımı bastırma cesaretini kazandım. Yazı yazmayı seviyorum çünkü biz yetişkinlerin giriş izni olan tek oyun alanı. Uyumlu, net ve öngörülebilir olmak zorunda kalmadığımız tek yer. İster Markoviç gibi altmış yıllık bir hikâyeyi, ister ikinci romanım “Aslanları Uyandırmak” gibi daha gerçekçi ve keskin bir hikâyeyi kâğıda dök, yazı yazarken istediğini yapmakta, olmak istediğin kişi olmakta özgürsün. Olmalısın. 

Modern aklın en büyük açmazı kayıtsızlıktır

BİR GECE MARKOVİÇ
Ayelet Gundar Goshen
Çeviren: Tuğçe Togo
Cumartesi Kitaplığı
332 sayfa, 35 TL.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!