Güncelleme Tarihi:
1982 yılında Almanya’da doğan Nick Bradley, yüksek lisansını UEA Yaratıcı Yazarlık Bölümü’nde tamamladıktan sonra uzun bir süre Japonya’da yaşadı. İngiltere’ye dönüşünde Büyük Britanya Sasakawa Vakfı’nın sağladığı bursla doktorasına başladı. Tez konusu olarak ‘Japon edebiyatında kedi figürü’ konusunu seçmişti. Japonca öğretmenliği, İngilizce öğretmenliği, video oyunu çevirmenliği, seyahat yazarlığı ve fotoğrafçılık dahil olmak üzere çeşitli işlerde çalışmasının ardından Cambridge Üniversitesi’ne kabul edildi. Halen Cambridge’de Yaratıcı Yazarlık yüksek lisans programında öğretim görevlisi. 2020’de yayımlanan ilk romanı ‘Kedi ve Şehir’ bugüne kadar 10 dile çevrildi.
KEDİ GÖZÜ
Büyük bir kentin, özellikle de Tokyo gibi dünyanın en büyük ve önemli metropollerinden birisinin karakteristiğini bir romana sığdırmak hiç kolay değil. Ancak birbirine karmaşık ipliklerle ve gizemli bir kedi silüeti ile bağlanan hikâyelerle kurguladığı ‘Kedi ve Şehir’de bunu başarmaya çok yaklaşmış Bradley. Bir hikâye kahramanının diğer hikâyelerden birinin yan aktörü olduğu, olayların ve insanların kaderlerinin tesadüflerle kesiştiği, nihayetinde tatmin edici bir finalle sonlanan ‘Kedi ve Şehir’de modern Tokyo şehri de bir karakter kimliğine bürünüyor.
Hikâyeler dizisi Naomi adında esrarengiz genç bir kadının geleneksel dövme sanatları ustası Kentaro’dan sırtına yapılması aylar alacak -insansız- bir Tokyo haritası dövmesi yaptırmak istemesiyle başlıyor. Kentaro, önce itiraz etse de zamanla işe kendisini kaptıracaktır:
“Naomi insan istemiyorum demişti. Hayvanlar insan değildi, öyle ya. Kentaro kendi kendine gülümseyerek dövmeye küçük bir kedi gölgelendirdi. İki renk lekesi, calico kediler gibi. Shibuya’daki köpek Haçiko heykelinin tam karşısına. Sonra işine devam etti. Kentaro’nun aklını gerçekten kaybetmeye başlaması, dövmenin gölgelendirilmesi sırasında oldu.”
Kantaro’nun ‘aklının çıkması’nın nedeni, Haçiko heykelinin karşısına konuşlandırdığı kediciğin canlanmışçasına genç kızın vücudundaki haritanın içinde -yani Tokyo sokaklarında- dolaşmaya başlamasıdır.
Sonra diğerleri çıkar sahneye; bilimkurgu yazarı Nishi Furuni, Frunin’nin -bir zamanların tanınmış hikâye anlatıcısı, şimdilerde ezilmiş teneke kutuları satarak geçimini sağlayan- oğlu Ohashi, Ohashi’nin nicedir görüşmediği kardeşi taksi şöförü Taro, Tokyo’da yaşayan Amerikalı çevirmen Flo, halkla ilişkiler şirketinde çalışan güzel ve çekici Koyoto, kayıp bir çocuğu arayan Dedektif Ishikawa... Ve daha birçok karakter; memurlar, işçiler, yazar ve sanatçılar, mafyöz tipler... Hepsinin kendi hikâyesi, her hikâyenin ayrı bir çekiciliği var.
Elbette ‘kedi’yi de eklememiz gerekiyor. Bütün bu hikâyelerde karakterer arasında dolaşan, bazen oradan geçen, bazen olayın merkezinde yer alan, bazen karakterlerin buluşmasını sağlayan, fantastiğe yakınlaşan bir öyküde ise bir kedi-kıza dönüştüğü ima edilen kedi, roman kurgusunun en önemi öğesi. Bradley, bütün karakterlerinin ve Tokyo sakinlerinin, aslında Tokyo şehrinin fotoğrafını kedi gözü merceği ile yakalamış. Ve bu mercekten yansıyan Tokyo, “Gerçekten de ıssız bir yer, içinde sürekli dönen banliyö trenleri içinde insani ilişkiler kurmaya çalışan kayıp ruhlarla dolu”.
Bradley’in kedi sevgisini doktora tezine kadar taşıdığını göz önüne alırsak ‘Kedi ve Şehir’i yorumlarken kedi motifini ihmal etmememiz gerekir; ya da romanın girişinde Hagiwara Sakutaro’nun yazdığı ‘Mavi Bir Kedi’ şiirini:
Ah! Bu uçsuz bucaksız şehir gecesinde uyuyabilen tek şey
Tek başına mavi bir kedinin gölgesi
İnsanlığın hüzünlü hikâyesini anlatan bir kedinin gölgesi
‘HİÇBİR KARAKTER GERÇEKTEN İZOLE BİR ŞEKİLDE VAR OLMAZ’
Roman hakkındaki yorumları okurken David Peace ismini görmek ilgimi çekmişti. Zira Peace de bir yabancı olarak Tokyo kentine çok iyi nüfuz etmiş -üstelik beğendiğim- bir yazardı. Şöyle özetlemiş düşüncesini David Peace: “Bu son derece etkileyici, incelikli gözlemlere dayalı ilk romanında Nick Bradley ihtişamı, günahı, insanları ve üç renkli kedisiyle Tokyo’nun zengin dokusunu canlandırmak için apayrı görünen iplikleri ustalıkla birbirine dokuyor.”
Romana çekiciliğini veren tam da bu. Sözkonusu ipliklerin birbirine nasıl dolanacağı, karakterlerin birbirlerinin hayatlarına, anlatılarına nasıl karışacağı merak duygusunu sürekli tutuyor. Hayatın parçalı dokusunu parçalı hikâyelerle bir araya getirmek elbette bilinçli bir tercih. Kurgusunun mantığını romanın içinde bir Japonca öğretmeninin ağzından, Japon diline gönderme yaparak fısıldamış:
“Basit simgelerle başlar ve onlarda ustalaşırsak, karmaşık simgelerin sadece basit simgelerden oluştuğunu ve hepsinin birlikte bir hikâye anlattığını fark etmeye başlarız. Simgeler birbirlerinin yanındaki yerlerine göre anlam değiştirir, o yüzden aralarındaki ilişkiye dikkat etmemiz önem taşır. Hiçbir simge tam anlamıyla tek başına değildir ve en karmaşık ya da en basit simgenin bile bir hikâyesi vardır.”
Simge sözcüğünü karakter ile değiştirdiğinizde Bradley’in kurgusunun mantığını kolayca kavrayacaksınız. Gerçekten de romanın sonuna geldiğimizde her şeyin ve herkesin birbirine bağlı olduğunu fark ediyoruz. Tokyo da bir roman karakteri olarak tek tek bireylerin öngörülemeyen sonuçlar doğuran eylemlerinden etkileniyor ve içinde yaşayanların hayatlarını bir o kadar etkiliyor.
Kitabın önemli kozlarından bir diğeri, Bradley’nin görünüşte bağlantısız karakterleri, metropolün kaotik atmosferinde mükemmel bir uyum içerisinde hareket ettirmesinde. Toplumun her kesiminden gelen geniş ve dağınık karakter kadrosunun kişiliklerini titizlikle oluşturmuş. Sadece birer isim ya da sıfat halinde katılmıyorlar hikâyelere, yazar her birinin hakkını vererek onları geçmişleri, aileleri, kişisel ilişkileri ve ilgileriyle birlikte canlandırıyor. Bu anlamda Bradley’in kaleminin kıvrak, gözlemlerinin keskin olduğunu söyleyebilirim. Aynı becerileri mekânların, yemesinden içmesinden tutun da çalışma hayatına kadar genişleyen bir yelpazede Japon kültürünün tasvirlerinde de buluyoruz. Karakterleri ve kenti tanıdık bir hale getirmeyi başarmış. Arka plandaki -kadınlara yönelik taciz, yoksullara müsamahasızlık, atomize olmuş toplumsal yaşam ve yalnızlık gibi- temalar da önemli.
Karmaşık kurguya paralel olarak anlatı türleri de karışık. Tek bir anlatı tarzını kullanmayan Bradley, farklı türleri -romantizm, polisiye ve bilim kurgu, gotik- ve anlatı biçimlerini -şiir, sosyal medya gönderileri, mektup, manga- kucaklayan bir roman çıkarmış ortaya.
‘Kedi ve Şehir’de Bradley, ‘insanlığın hüzünlü hikâyesini anlatan bir kedinin gölgesi’ne sığınarak güzelliği, çirkinliği ve trajedisiyle -genel anlamda- metropol insanının trajedisini sergiliyor:
“Gözlerini sımsıkı yumdu, nabzının atışları kafasında kükredi, arka planda şehrin çığlıklar attığını duydu. Bütün o zavallı, yapayalnız, mahvolmuş insanlar. Kendilerine özel hapishanelerde kilitliydiler. (...) Şehir bu insanların dışkılarını borulardan pompalıyor, bedenlerini metal kutuların içinde bir yerlere naklediyor ve sırlarını, umutlarını, hayallerini, acılarını, ıstıraplarını saklıyordu.”