Metafor üflüyor

Güncelleme Tarihi:

Metafor üflüyor
Oluşturulma Tarihi: Mart 03, 2017 17:55

Saksofoncu Tamer Temel, üçüncü albümünde siyasi karabasan sürecinden yola çıkıp lirik, zengin, dramatik yapısı güçlü, ağırlıklı olarak akustik bir müzikle dinleyicisini hayal dünyasının derinlerine davet ediyor. ‘Serbest Düşüş’te bestelerini caz beşlisiyle seslendiren Temel, “Çağımın gözlemcisiyim, izlenimlerimi metaforlarla aktarmaktan yanayım” diyor.

Haberin Devamı

Tamer Temel (42), kendini yetiştiren alaylı cazcılardan. Lise yıllarından itibaren sırasıyla bağlama, gitar, solfej, tenor ve soprano saksofonu okuyup dinleyip deneyerek öğrendi. Caz virüsü İzmir’de, 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne başladığı yıl kanına girdi.
“Grubumla rock çalıyor, çalıştığımız prova stüdyosuna gelen diğer toplulukları da merakla izliyordum. Amatör bir caz grubu beni çok etkiledi. Özellikle de tenor saksofoncuları. O günlerde John Coltrane’in ‘My Favorite Things’ albümünü dinleyip tenor çalmaya karar verince, stüdyoda tanıştığım o saksofoncudan enstrümanını satın alıp çalışmaya başladım.”
Hocaları Wayne Shorter, John Coltrane, Joe Henderson, Sonny Rollins, Joe Lovano, Warne Marsh, Lester Young, Lee Konitz... Sadece saksofoncular da değil davulcular, piyanistler: Bill Evans, Elvin Jones, Paul Motian, Brian Blade gibi plaklarda dinlediği, analiz ettiği efsanevi virtüozlar olmuş. Tanışma, yüz yüze çalışma imkânı bulduğu iki isim ise armoni dersleri aldığı İzmirli kontrbasçı, piyanist Haldun Özşakar ve Ohio’lu tenor saksofoncu Mark Turner. İstanbul’a konsere geldiğinde sadece birkaç gün birlikte geçirmesine karşın, enstrümanında kendi sesini oluşturmasında Turner’ın katkısı büyük. İzmir’in kafelerinde, barlarında başlayan serüveni sekiz yıldır İstanbul’un Mitanni, Nardis, Samm’s, 60m2’de kendi ya da arkadaşlarının grupları ve caz şarkıcısı eşi Çağıl Kaya ile birlikte önde gelen caz mekânlarında devam ediyor.
Konserde pişiriyor
Bestelerini önce arkadaşlarıyla konserlerde çalıyor, olgunlaştırıyor. Bir yılı bulan pişirme işleminden sonra kayda giriyor. “Defalarca icra ettiğim, belirli bir olgunluğa ulaşan bestelerin fotoğrafını çekip belgeleme, bunlara uzaktan bakıp değerlendirme imkânı veriyor CD’ler. Müzikte bir dönemi kapatıp diğerine geçişimi simgeliyor. Konserlerde ulaşamadığımız müzikseverlere taşıyor sesimizi. Neyse ki caz çevresindeki dayanışma sayesinde hâlâ küçük bütçelerle albüm kaydetme fırsatına sahibim” diyor.
Müzik, edebiyat ve eşinin sevgisi... Tamer Temel’i besleyen başlıca kaynaklar bunlar. Plastik sanatlarla ilgisi sınırlı olsa da edebiyat, özellikle romanı rehber kabul ediyor: “Romancıların geniş, çok detaylı bir konuyu anlatma yöntemi bana ışık tutuyor. Bu nedenle iyi bir okurum. Şiir, öykü, deneme de ilgimi çeker.” Yaşadığı çağın, toplumun tanığı olduğunu söylüyor. Gözlemlerini vicdan süzgecinden geçirip izlenimlerini Facebook sayfalarında aktarıyor. Müziğine doğrudan yansıtmak yerine metaforları tercih ediyor.
Kapak fotoğrafında arkadaşının iki yaşındaki oğlu Tibet’in baş aşağıya durup uzaklara baktığı ‘Serbest Düşüş’ piyasaya çıktıktan sonra Jazz dergisinden Eray Aytimur’a seçtiği ismi şöyle açıklamış: “Finans krizine değil ama toplumsal çöküşümüze bir gönderme. Karanlığın ardı arkası kesilmezken bir de biz birbirimizin derdine o kadar ilgisiziz ki, hem etik hem estetik açıdan serbest düşüşteyiz, yere vardığımızda kendimize gelir miyiz, yoksa artık bizden eser kalır mı bilemiyorum.”
Albümdeki müzik ise memleketteki gidişatın aksine yükselişi işaret ediyor. ‘Barcelona’ ve ‘Bir Kedi Kara’ albümlerinden daha ileride, daha zengin. Dramatik yapısı güçlü, etkileyici atmosferiyle dinleyicisini kuşatan, ses dokusu iyi işlenmiş, saniyesi boşa harcanmamış yedi bestenin tümü Temel’in. İlk iki CD’nin aksine ‘Serbest Düşüş’te yazılı müziğe ağırlık verdiğini, doğaçlama alanını sınırlandırdığını söylüyor.
Yine de beş virtüoza maharetlerini gösterme fırsatı sunan, yoğun paslaşmalarla ilerleyen, örtüşen seslerle derinlik ve ton zenginliği kazanan gerçek bir takım müziği çıkmış ortaya. Saksofon soloları bile grubun ortak ses düzeyinin üstüne çıkmıyor.
Beni en etkileyen parçalar, açılıştaki ‘Panoptikon’, ortadaki ‘Dram’, kapanıştaki ‘Salgado’nun Gördüğü’ oldu. İlkinde Serkan Özyılmaz’ın piyanosu, ikincisinde Eylül Biçer’in gitarı, sonuncusunda Matt Hall’un kontrbası ve Tamer Temel’in soprano saksofonu, tüm albümde Volkan Öktem’in davulda ton zenginliği yaratma becerisi göz kamaştırıyor.
CD kapağından isimleri takip ederek dinlediğinizde yepyeni bir anlam katmanı açılıyor önünüzde. Ansiklopedide Panoptikon’un anlamını araştırdığınızda, düşünür Jeremy Bentham’ın 1785’te tasarladığı ideal gözetim imkânı sunan hapishane modeli olduğunu, kavramın zamanla ‘gözün iktidarı’ anlamına dönüştüğünü, yüksek savaş ve iletişim teknolojileri kullanan global güçlerin dünyayı açık hapishaneye, toplumları mahkûma dönüştürme çabasını simgelediğini kavradığınızda Temel’in bestesini farklı bir kulakla dinliyorsunuz. ‘Panoptikon’un açılışındaki piyanonun yalnızlığı, düş gücünüzün de yardımıyla yeni bir anlam kazanıyor. Latin dansı gibi başlayan ‘Serbest Düşüş’ün piyanonun solosuyla kaotik yapıya bürünmesini, tenor saksofonun kontrbasın çizdiği tel örgünün ardından korku, endişe, hüzün dolu tonda fakat susmaksızın, ısrarla konuşmasını, nihayetinde 11’inci dakikada dans ritminin, huzurun dönüşünü, saksofonun ulaştığı sükûneti rahatça öyküleyebiliyorsunuz.
Buna karşın Temel, programlı müzik yaklaşımına uzak durduğunu söylüyor. Ne de olsa caza özgün karakterini kazandıran özgürlük ruhu... Enstrümanlara rol biçmek, öyküler kurgulamak bu açıdan riskli:
“Müziğimle açık mesaj vermek istemiyorum. Zaten sanatta metafor bunun için var. Programlı müzikler yazmak yerine yarattığım atmosferle sözümü söyleyebilecek ustalığa ulaşmayı hayal ediyorum.”

Metafor üflüyor


Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!