Güncelleme Tarihi:
1985 yılında Kadıköy’de kurulan, İstanbul’un en köklü sanat galerilerinden Mine Sanat Galerisi; doğduğu toprağa sanatla dokunarak yeniden can veren, insanla sanat arasındaki sınırları kaldırmanın peşine düşmüş bir sanatçıya, Hüsamettin Koçan’ın ‘Savaş Bitti’ başlıklı sergisine ev sahipliği yapıyor. Serginin başlığı, savaşın bittiğini müjdelese de 20 Şubat günü Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş, durumun öyle olmadığını en sert ifadeyle bize her gün hatırlatıyor. Koçan, savaşın karşısına barış, sevgi, güzellik, şiir, felsefe ile üretilmiş çalışmalarla çıkıyor.
‘Savaş Bitti’ başlıklı yeni serginiz, gündeme ironik bir bakış açısı getiriyor. Bahsettiğiniz savaş, içimizdeki savaş mı yoksa topla, tüfekle yapılan mı?
İnsan varlığına tehdit olarak yöneltilmiş her şey savaştır. Bunu istediğiniz anlamda konumlandırabilirsiniz. Meselemiz de galiba insanın biricikliğine inanmak ve onun yanında durabilmektedir.
Tarih, kahramanlarla, savaşlarla, yenilgiler ve destanlarla dolu. Siz ‘Savaş Bitti’ serginizde tarihi nasıl yorumluyorsunuz?
Beni en çok şaşırtan meselelerden biri tarihtir. Tarihin tek taraflı kazananlar üstünden anlatıldığını, kaybedenlerin de başka bir kazanan hikâyesini destanlaştığını kabul etmiştim. Halbuki tarih, insanın barışının, sevgi arayışının ve insan olma derinliği kazandıran sanatın, kültürün, felsefenin ve şiirin anlatıldığı metinlerden oluşmalıdır. Çünkü bu metinler sahici, insan ve doğa yanlısıdır. Bu metinler saldırı naraları ile kendini yüceltmemiştir. Bunu da en çok bütün coğrafyalarda varlığını sürdüren insanoğlu üzerinde görürüz. O izler işte sahicidir. Ve şu anda barış içerisinde ortak yarattıkları bir uygarlığın çatışmalarına tanıklık etmektedirler. ‘Savaş Bitti’ sergim, bu nedenle hayat izlerinden uzaklaşmış, bir tarihsel metin oluşturması çabası içinde.
Dünyanın bir ucuna gitsek bile köklerimiz bizi çağırır. Siz de dönüp dolaşıp doğdunuz yere, bugüne ve geleceğe dokunan bir iz bıraktınız. Baksı Müzesi’ni kurduğunuz Bayburt’ın Bayraktar Köyü’nün çalışmalarınıza yansıması hakkında konuşalım mı?
Benim hayatım, eski adı Baksı olan o köye çok şey borçlu. Üretmeyi, paylaşmayı, masal dinlemeyi, sahiplenmeyi ve direnmeyi orada öğrendim. Anlamsız ve çıkarsız bulunan, beklentisiz sevmeyi de orada öğrendim. Onun için benim yaptığım her şeyde çocukluk yıllarında yaşadığım o derin, sıcak insani sevgi dolu hayatın ve toprağın izleri oldu.
Baksı Müzesi; aslında bütün hikâyeler gibi onun da bir başlangıcı var, planlama dönemi var, o başlangıç içinde tereddütler var, tehditler var, denenmemişlikler var. Ama ucunda risk almak, babaya verilmiş sözleri yerine getirmek, kendi doğduğum toprağın yalnız kalmasına rıza göstermemek, gurbet hikâyesinin yarattığı yabancılaşma ve hasret hikâyelerine bir son vermek... Babasını bekleyen çocukların yollara hasret dolu bakışlarını ve annelerin sabırlı bekleyişlerini, büyük bir insani özverinin hikâyesini, insandan yana çözebilmek vardı önümde. Ama ilk hareketi vefatından önce babamla yaptığımız son görüşmede buldum. Hayatını gurbette geçirmiş bir adamın, bir büyük insanın kendi doğduğu toprağa hasret yaşadığını o gün öğrendim. Sonra bir kış günü aile büyüklerimizin yattığı, benim kuzuları otlattığım o dağ başındaki mezarlığa götürdüm babamı. Belki de Baksı’nın ilk insani başlangıcı budur...
“Geleneğe sahip çıkıp çağa ayak uydurmalıyız” diyorsunuz. Çalışmalarınızda geleneksel motifleri, geleneksel hikâyeleri, geleneksel olanı günümüz anlatısıyla nasıl harmanlıyorsunuz?
Ben insanın yaşam içinde üreterek bir süreklilik sağladığını ve geleceği şekillendirdiğini düşünmüşümdür. Bu nedenle de geçmiş; insanoğlunun gelecek üretme, mutluluk, barış ve yaşama anlam katma çabasıdır. Bu nedenle geçmişi insanlık deneyimi olarak kendi hikâyemizin bir parçası saymak zorundayız. Ancak geçmişi statik kabullenirsek, gelecek özlemlerini yitirmiş oluruz. Bu nedenle de benim sahiplendiğim geçmiş, gelecek hayallerini engelleyen değil, gelecek hayallerine çözümler sunan insani bir hikâyedir diye düşünüyorum. Gelenek, tekrar değil; gelenek, yenilenerek, çağın ruhuna sahip çıkarak gelecek kuşaklara insanı yansıtmaktır.
Nasıl bir üretim süreci yaşadınız?
Benim hayatımda hep hız oldu. Genel bakış açım, kişisel tutumumda olduğu gibi resimler ya da heykeller hızla oluşur. Sonra ara süreçler gelir, ara süreçler bir sorgulama alanı açar. En sonunda bütün çatışmalar sona erer. İzleyicinin özgür algılamasına kendimizi emanet ederiz, ondan sonraki süreç izleyici ile karşılamaya aittir. Sanatçının burada hiçbir dahli yoktur. İzleyici ile karşılaşma ikinci bir üretim aşamasıdır. Burada artık sanatçının rolü bitmiştir. İzleyicinin birikimleri ve hayal gücü üstünden yeni bir metin oluşur. Bence işin en heyecanlı kısmı da burasıdır. Daha sonra sanat tarihi yazılır.
Bir sonraki projeniz ne olacak?
Aklımda büyük heykeller üretmek var ve bu heykeller doğa içinde olsunlar istiyorum. Çünkü sanatın doğaya destek vermesi gerektiğine inanıyorum. Bu yaz Baksı’da bir terracotta atölyesi kurup orada ilk adımı atmayı planlıyorum.
Hüsamettin Koçan’ın ‘Savaş Bitti’ başlıklı sergisi, 19 Mart’a kadar Mine Sanat Galerisi’nde.