Güncelleme Tarihi:
Mektubu okuduğumda şaşırdım: El yazısıyla yazılmıştı, yazan kişi adını vermiyor, Dıranas çevirisi ‘Küçük Prens’i (Kapı Yayınları) okuduğunu, bu çeviride başlangıç ve sonuç yazılarının niye benim çevirimden (Everest Yayınları) alıntılandığını soruyordu. Sonra daha şaşırtıcı bir soru: “Adı geçen bu Ahmet Muhip Dıranas o meşhur şair midir?”
Biri, birileri belki de benimle alay ederek eğleniyorlar; düşünmediğimi sanmayın. Ayrıca her mektubun sevgiler taşıyıcı posta güvercini olmasını elbette bekleyemeyiz. Fakat niye bunca yıl sonra bu tuhaf alay? Dıranas’ın çevirisi 2015’te yayımlanmış ilk kez. Çocuk Esirgeme Kurumu için 1953’te gerçekleştirilmiş bu çeviri. Baştaki ve sondaki çeviriler benden, çünkü eldeki metinde bunlar yok; Dıranas mı çevirmedi, bellisiz.
Tuhaf mektubun sormadığı bir soruyu ben kendim sordum: Ahmet Muhip Bey bu bölümleri çevirmediyse, niye çevirmedi? Her ikisi de ‘Küçük Prens’in en içli satırlarıdır handiyse. ‘O meşhur şair’ çocuklar üzülmesin mi diye atlatılmıştı?
‘Küçük Prens’ hayatıma Azra Erhat’ın Ayşe Nur takma adıyla yayımladığı çevirisiyle çıkagelmişti. O zamanın Doğan Kardeş Yayınları’nın bu çok özenli kitabı ne yazık ki kitaplığımda yok artık. Aziz dostum Ayşe Sarısayın saklamış... Ayşe Nur’un Azra Erhat olduğunu da zaten çok uzun yıllar sonra öğrenecektim.
Azra Hanım’ın kendine özgü inceliklerle döşenmiş Topağacı’ndaki evi, 1968 filan olmalı. Bir köşede çocukluğumun ciltli, kırmızı kapaklı, Saint-Exupéry çizimli kitabı... Şimdi sormak geliyor aklıma ancak: Azra Hanım bu güzel çevirisi için niye başka, takma bir adı gereksinmiş?
Tuhaf mektup yüzünden sorular soruları kovalıyor: Dıranas ‘Küçük Prens’i Çocuk Esirgeme Kurumu’nun önerisiyle mi çevirdi, yoksa bu başyapıt kendi keşfi miydi? Bir bakıma, Saint-Exupéry’nin Türkçede ilk tanıtılışı. Şiir yüklü ‘La Citadelle’in (1948) bir türlü dilimize çevrilmemesi nasıl açıklanabilir? Ortalıkta handiyse sayısız ‘Küçük Prens’...
Yine Dıranas’a dönersek, ‘Fahriye Abla’ şairinin, Abdülhak Hamid’den bir ‘Finten’ uyarlaması var. Uyarlama diyorum, çünkü oyun, adeta baştan sona yeniden yazılmış. Yeni basımı yok. Gerçi Dıranas’ın özgün oyunlarının da yeni basımı yok. Murat Belge yeni yapıtı ‘Şairaneden Şiirsele’ (İletişim Yayınları) yazıyor: “Dıranas’ın bir de yapılış nedenine akıl erdiremediğim ‘Finten’ sadeleştirmesi var. Ahdülhak Hamid’in rahatlıkla ‘abuk sabuk’ denilebilecek bir oyununun ‘oynanmaz’ olduğuna karar vermiş (ki öyledir ve öyle olması da bir ‘kayıp’ değildir) ve ‘oynanabilir’ hale getirmek üzere baştan yazılmış. Ancak bu ‘baştan yazma’ her şeyin değiştiği anlamına gelmiyor. Daha çok dilini sadeleştirmekle sınırlı bir iş yapmış, kısaltmış ve düzyazıya aktarmış.”
Yeni yazılışıyla ‘Finten’, o yıllarda Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenir; başrolde gencecik bir Yıldız Kenter. Murat Belge ‘Rübâb-ı Şikeste’ (yeni basımı Kapı Yayınları) üzerinde de duruyor: “Tevfik Fikret’in bazı şiirlerini de kendi yaşadığı günün Türkçesi ile yeniden yazdığını görüyoruz.”
Tanıdığım Ahmet Muhip Bey’i ‘Kar Yağıyor Hayatıma’da yazmıştım. ‘Rübâb-ı Şikeste/ Kırık Saz’ın ilk basımı o günlerde yayımlanmıştı. Dıranas da Fikret’in şiirine yenilik açısından hayranlık duyduğunu, oldum bittim bu şiirle için için tartıştığını söylemişti. Öyle sanıyorum ki, ‘Finten’de de tam oluşturulamamış yeni bir şeyler yakalıyordu, özellikle bizim tiyatromuz açısından.
‘Finten’in bizde ilk kez bir iç dünya sayıklaması olduğu kanısındaydı. Öyleyken, Dıranas’ın 1947 tarihli ‘Gölgeler’ oyunu baştan sona iç dünyanın puslu yansımasıdır. Hepi topu üç dört kez gördüğüm Dıranas bence bugün de çağdaş şiirimize, o doruk şiirleriyle, sözgelimi ‘Kar’la, ‘Olvido’yla, ‘Bitmez Tükenmez Can Sıkıntısı’yla derin anlam katıyor.