Güncelleme Tarihi:
Yuri Herrera 1970’te Meksika’nın Actopan şehrinde doğdu. Mexico Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünü bitirdi. Texas Üniversitesi’nden yaratıcı yazarlık üzerine yüksek lisansını tamamladıktan sonra Berkeley California Üniversitesi’nde edebiyat üstüne doktora yaptı. Bu sırada yazmaya da başlamıştı ve edebiyat hayatına parlak bir giriş yaptı: İlk romanı ‘Trabajos del reino’ (Krallığın İşleri) ile kazandığı ödül, onun önce Latin Amerika ülkeleri arasında tanınmasını sağladı. Roman 2008’de İspanya’da yayımlandığında, aralarında editör, gazeteci ve eleştirmenlerin bulunduğu 100 kişilik jüri tarafından en iyi kurgulanmış esere verilen Premio Otras Voces, Otros Ambitos’u kazandı. İkinci romanı ‘Senales que precederan al fin del mundo’ (Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler) ile ilk romanında yakaladığı düzeyi tutturan Herrera, İspanyol dilini en iyi kullanan Meksikalı yazar olarak nitelendirilmişti.
Arabulucu
Bir gece vakti, sinek ya da böceklerin yaydığı salgın hastalık nedeniyle korkunun hüküm sürdüğü belirsiz bir kentte başlıyor hikâye. Roman kahramanı Elfekkak sokakları pislikten geçilmeyen şehrin kenar mahallelerinde, bir zamanlar görkemli, şimdilerde virane bir evde yaşayan yalnız bir adam. Onunla herkes kadar tedirgin olmasına rağmen yan komşusu “Üç defa sarışın” diye andığı güzel bir kadınla birlikte olabilmek için her türlü riski göze aldığı bir anda karşılaşıyoruz.
Elfekkak’ın işi arabuluculuk. Ancak resmi bir otorite tarafından atanmışlığı yok. Hayatın yarattığı bir ihtiyaç onunkisi. Böyle bir meslek ancak Meksika gibi bir yandan yolsuzlukların kurumsal güvensizliğe neden olduğu, diğer yandan mafyanın gündelik hayatın bir parçası haline geldiği ülkelerde kabul görebilir. Öyleyse ismi verilmeyen bu şehrin öncelikle Meksika’yı işaret etmekle birlikte korku ve sessizliğin hüküm sürdüğü başka coğrafyaları da temsil ettiğini söyleyebiliriz. Arkaplan bu nedenle, puslu, tuhaf ve tehdit edici, sokaklarda sivil araçtan ziyade ordu birlikleri dolaşıyor, birbirlerinden korkan insanlar evlerine kapanmış durumda: “Sokağın sessizliği doldu içeri: korkunun insanların kafasında ekip büyüttüğü antenlerden yayılan delice sinyallerin mahsulü bir sessizlik (...) Normalde karşıdan karşıya geçmek için hayatını tehlikeye attığın bir caddede şimdi yalnızca evlerine kapanmış insanların birbirine duyduğu korku kalmıştı. Bir anda her birinin öbürü hakkındaki bütün önyargıları doğrulanmıştı sanki.”
İşte böyle bir ortamda, tam da ‘Üç defa sarışın’la yakınlaştığı bir anda çalan bir telefon Elfekkak’ı sokaklara döndürecektir. Zira Fonseca ailesinin oğlu Romeo, Castro ailesi tarafından kaçırılmıştır. Buna karşılık Castro’ların kızı da Fonsecaların rehini durumundadır. Shakespeare’in ‘Romeo ve Jülyet’ trajedisinde Montague ve Capulet aileleri arasındaki çatışmayı kısmen anımsatan bu durumu en az zararla çözmek yine Elfekkak’a düşmüştür. Elfekkak, çatışmayı vahim sonuçlar doğurmadan önce durdurmak için çok sevdiği ‘Vosvos’uyla -yanına iki arkadaşını da alarak- karanlık sokaklara dalacaktır. Ne var ki öfke, husumet ve şiddet kutudan çıkmıştır bir kere. Üstelik ailelerin barındırdığı sırlar da öyle...
EDEBİYAT HÂLÂ MÜMKÜN
Kepenklerini indirmiş dükkânlar, yüzleri maskeli insanlar, yüz maskesi kalmadığı yazılı eczaneler, polis ve ordu birlikleri tarafından istila edilmiş sokaklar, su sıkıntısı çeken evler, yerlere serili cesetler... Bütün bunlar ‘Bedenlerin Göçü’ne distopik bir hava katıyor. Ancak romanda kıyamet sonrası fantezilerden ziyade kara romanlara özgü bir atmosfer var. Dashiel Hammet’in ‘Kızıl Hasat’ romanını andıran bir atmosferle Shakespeare tarzı bir trajediyi birleştirmiş Herrera. Roman kahramanı bir detektif değil ama ‘noir/kara’ roman kahramanlarının tipik bir örneği; saf, mütevazı, kadınlara karşı savunmasız, melankolik, alkolik ve biraz da kötümser. Bu özellikleri ile onu ve her şeyi yutmak üzere olan bir tehdidin üstesinden gelmek için şehrin sokaklarında, uğursuz iç mekânlarında, genelevlerde, mafya depolarında, polis barikatlarında zikzaklar çizerek dolaşıyor. Kısa bir romanda pek çok hızlı ve kaygan sahne izliyoruz.
Ama Elfekkak sadece bir noir kahramanına indirgenemez, çok daha fazlasını barındıran, sembolik bir karakter o. Orijinal ismine -El Alfaqueque’e- yakışır bir biçimde sözlerinde insanları ikna edici bir ‘büyüleyicilik’ var; etrafındakileri sakinleştiriyor, düşündürüyor hatta iyileştiriyor. Ahlakı, vicdanı ve adalet duygusuyla bu uğursuz şehre inmiş bir tür melektir Elfekkak. Eski Yunan tragedyalarının kurtuluş, aile, cinsiyet, intikam, ölüm gibi temalarını kullanan Herrera, bu özel kahramanının eliyle kimsenin temiz olmadığı, güçlülerin yönettiği bu dünyaya bir düzen getiriyor.
Barındırdığı temalar ve bizzat hikayenin akışı, romanı bir Meksika veya Latin Amerika ya da herhangi bir üçüncü dünya ülkesi alegorisi gibi okumayı mümkün kılıyor. Ancak siyasete doğrudan bir gönderme yapmamış Herrera, bu hayali cehennemin içinden hakikati çıkarmayı okuyucuya bırakmış. Kendisini ne partizan edebiyatının ne de edebiyat pazarının bir parçası olarak gördüğünü söyleyen Yuri Herrera siyasetten ziyade siyaset felsefesi yapıyor. Bir gerçeklikten esinlenerek başladığı hikayeyi başka salgınlara evriltmiş; “Bu salgının ne olacağı üzerine birkaç modelim vardı, ancak benim için tanımlamak önemli değildi. Domuz humması salgını hakkında, deli dana salgını hakkında düşünüyordum; ama aynı zamanda, birbirimiz için beslediğimiz düşmanlık, korku, nefret, kayıtsızlık salgını hakkında da düşündüm. Bu, şiirsel anlamda, yüzyılımızın salgınıdır."
Yuri Herrera, dünyayı başka bir bakış açısıyla yeniden yorumlamak için salgın metaforunu kullanmış ve bu sayede pek çok insani ve ahlaki meseleye açılan Kafkaesk bir atmosfer yaratmayı başarmış. Bunu sadece 100 sayfaya sığdırması şaşırtıcı. Romanın belki de asıl övgüye değer yanı da burada; kelimelerin her birinin ölçülüp tartıldığı ekonomik dilinde.
Deyimler, sıfatlar, imgelerle dolu ancak hiç de ağır ve ağdalı olmayan bir dil. İşte bu dille şehrin arka sokaklarının -yeraltının- dünyasını kuşatırken yeraltının diliyle yüksek edebiyatın dilini birleştiriyor. . Dil ile ilişkisini şöye özetlemiş bir söyleşisinde; “her kelimenin, sifadenin söylediği şeyden çok daha fazla şey ifade ettiğinin bilinciyle yazıyorum.. Sözleri ifade ederken sözcüklerin sahip olduğu farklı çağrışımların ve birlikte olduklarında neler yapabileceklerinin farkında olmaya çalışırım.” Gerçekten de sözcüklerin çağrışımlarıyla oynamış 'Bedenlerin Göçü'nde. Olaylar oluyor, birbirinin üzerinden geçiyor ve her zaman anlatıcının bildiği, kahramanın bildiği ve okuyucunun yavaş yavaş keşfedeceği şey arasında sürekli bir uyumsuzluk sağlanıyor. Dünyaya bakıştaki yanılsamaların bir ifadesi; dil, aynaların aynası oluyor.
Yuri Herrera’yı okuduktan sonra, edebiyatın hâlâ mümkün olduğuna inanabilirsiniz...
Bedenlerin Göçü
Yuri Herrera
Çeviren: Bülent Kale
Notos Kitap, 2018
109 sayfa, 15 TL.