Güncelleme Tarihi:
Önünde ‘milli’ kelimesi olan her şey insanda ister istemez bir çekinceli mesafe uyandırır. Herkesin ortak değeri olmaya aday, üstü kutsal olanla örtülmüş, biraz korkuya sarılmış, sorması/sorgulanması yasak olandır biraz da. Oysa bir öznenin milliliği söz konusu olduğunda insanı saklamak hem ona haksızlık hem de onun eylemine kaldırılması zor gölgeler düşürmektir. Mehmet Akif, milli marşımızın şairi tam da böyledir. Onun metni haklı olarak yüceltilirken şahsiyeti bu yüceliğin efektine dönüştürülür. Böyle şiirler okundukça nasıl sanat olmanın dışına taşarsa şairleri de kanlı canlı varlık olmanın sınırından çıkarılır ister istemez. Oysa Akif, şaşılacak derecede gerçek bir adamdır.
Diyeceğim şiirlerinden bile daha gerçektir. Akif’i çok yakından tanıyan Mithat Cemal’in kitabı ‘Mehmet Akif Ersoy’da, İstiklal Marşı şairi olmanın ötesinde, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e değin, Osmanlı entelektüelleri içinde kendi varlığını toplumun varlığı ile özdeşleştirmiş ve bunun için edebiyat ve düşünce alanında her tür yapaylıktan uzak durarak kendisini var etmeye koyulmuş bir insanla buluşuyoruz.
Mithat Cemal’in deyişiyle, “dostluğu çok pahalı mal gibi mahremiyetlere katlanılarak elde edilen ve sonra da kaybetmemek için bu çok pahalı şeyin üstüne titrenilen” Akif, günlük yaşayışında her tür kapalılık ve kutsallıktan uzak, “bütün servetini yelek cebinde taşıyacak kadar” maddiyat dışı, Almanların “Paylaşmakla sevinç artar, keder azalır” atasözünü kendisine rehber edinecek kadar ilkelidir. Belki de şiir onun bu paylaşma fikrinin en saf sunumudur topluma. Abdülhamit istibdadının en yoğun döneminde entelektüel arayıştan geri düşmeyen ve umudu dışarıda aramayan adamdır. Oysa dışarıya her daim açıktır. Cenap Şahabettin onun ‘Quo Vadis’i Fransızcasından okuduğunu görünce şaşıracaktır. Fransızca ‘Batı’ya gönül vermiş entelektüellerin hakkıdır(!) çünkü.
Mithat Cemal, alabildiğine anlaşılır bir dille ve dönemin sosyal çevreleri ve mekânlarını da devreye sokarak oldukça canlı bir kitap sunuyor. İbnül Emin’in konağından İstanbul’un çayhanelerine, konaklarına, edebiyat ve fikir meselelerine kadar pek çok ayrıntıya şahit oluyoruz. Söz sonunda Akif’e geliyor elbette. “Onda zaten çok şahsilik vardı, çok kendiydi” diyen Kuntay bu kendiliğin şifrelerini aktarıyor. Yer yer kendisine döndürdüğü muzip dil, kitabı kuruluktan uzaklaştırıyor. Recaizade ile Akif’in görüşme sahnesi unutulur cinsten değil mesela.
Mutlak anlamda zor ama her şartta canlı, hareketli bir hayat Mehmet Akif’inki. İdealizmini fildişi kulede değil sonuna kadar hayatın içinde (cami dahil) arayan ve şiirini bu idealizmin gerçekliğine dönüştüren; yeri geldiği zaman kuzu, yeri geldiği zaman asi bir insan o. Bir şairi kebapçıda görmek başka nasıl mümkün olurdu. Kebapçı Kamil. (Bu arada tatlı bir sürpriz, kütüphanemizdeki imzalı ‘Safahat’ın Kebapçı Kamil’e ait olduğunu da çözmüş olduk. Kimdir bu Kamil diye dönüp duruyorduk.) Mithat Cemal’in kitabı bize Akif ile birlikte toplumsal tarihimizi de hatırlatıyor. Abartmadan, ders vermeden, taraf tutmadan.
MEHMET ÂKİF ERSOY HAYATI-SECİYESİ-SANATI
Mithat Cemal Kuntay
Alfa Yayınları
454 sayfa, 29 TL.