HAYDAR ERGÜLEN haydaree@yahoo.com
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 31, 2020 11:49
Ertuğ Uçar’ın yazdıklarını severim, hemen tüm kitaplarını okudum. ‘Ayrılığın Haritası’, Ada romanı, mavi-beyaz oluşu bundan. Yine de bana bir oda romanı gibi geldi. Kullandığı ölçekler, uzaklaştırmalar, yakınlaştırmalar, eskizler, taslaklar, her şey, kitabın başındaki cümleyi doğruluyor: “Nereye ada dediğine göre değişir.”
Başlığı yukarıdaki gibi mi yazayım yoksa ‘Arzu ile Uraz’ mı koyayım dedim, bilemedim. İkisini de böylece yazmış oldum... Artık böyle romanlar yazılmıyor ya da bana denk gelmiyor. Neden derseniz, bunca sakin, sanki denizden çok göle bakan, içine bakan, uzun uzun tanımlayan, tane tane anlatan, tek tek sayan, upuzuuuuun bir öykü okumuş gibi oldum da ondan.
Öyküye bayılırım, Ertuğ Uçar’ın yazdıklarını da severim, hemen tüm kitaplarını okudum. Bazen yazı atölyesi ve derslerinde de özellikle ‘Rüya Arızaları’ ile ‘Yalnızlığın 17 Türü’ kitaplarını da ‘kaynak kitap’ olarak okuruz arkadaşlarla.
Zamanın dışında dolanan bir kitap. Özgünlük, farklılık peşinde koşmamış, öykü içinde öykü saklamamış, kısacası şapkadan tavşan çıkarmamış bir roman ‘Ayrılığın Haritası’. Ertuğ Uçar’ın biyografisinde ‘mimar’ yazmasına gerek yok. Tüm kitaplarında diyeyim, bir yandan malzemeyi, yani yapının unsurlarını bir yandan da yapıyı yükselirken görürsünüz. Zanaatkâr ve sanatkâr.
Ada ile Adalar kitabı yazmak isteyen Uraz. Mekân Yunan adaları, ama olay derseniz o adalardan çok aralarında geçiyor. Hatta geçen şey olay mıdır, emin değilim. Kahramanı değil, kişileri var. “Yatakta yüzen iki adayız” diyor bir yerde, galiba daha çok da düşüncelerde yüzen iki ada. Ve “Aynı suda iki kere yıkanılmaz” sözü uyarınca Heraklitos’un, “Aynı haritada iki kişi yol alamaz” biçiminde bir...
Bir ‘ilişki haritası’. Onlarsız ilişki olmaz diyebileceğimiz öyle çok tanıdık, bildik var ki kitapta, o zaman ‘ayrılık mukadder’den çok ‘mukaddes’ diyorsunuz. Uraz ile ‘Arzu’ kavramı arasında yakınlık aramadım, ama öyle bir canlandırmış ki Uraz’ı, neredeyse her haliyle bir ‘arzu nesnesi’.
Ada romanı, mavi-beyaz oluşu bundan. Yine de bana bir oda romanı gibi geldi. Kullandığı ölçekler, uzaklaştırmalar, yakınlaştırmalar, eskizler, taslaklar, her şey, kitabın başındaki cümleyi doğruluyor: “Nereye ada dediğine göre değişir.”
Bir ada için hayli uzun, 200 sayfa, olmasına karşın, ‘minimalist’ bir roman. Yazarla kişileri arasında tuhaf bir çekişme olmuş gibi, yazarın bıraktığı boşlukları kişileri doldurma çabasında. İkisi de hissediliyor üstelik.
Farklılık peşinde koşmadan şaşırtıcı olmayı başarmış. Öykücü titizliği yalnızca eşyada, nesnelerde göstermiyor kendini, insanlar da bu ayrıntıcı titizlikten paylarını alıyor. Tabii okur da. Sakin demiştim ama Attilâ İlhan’ın dizesine benziyor, onun “Adını mıh gibi aklımda tutuyorum” deyişine, ‘Ayrılığın Haritası’ da sakin ama mıh gibi bir roman.
HUMMALI GERÇEKLİK
Yazı metaforu olarak yolculukla yaşam metaforu olarak yolculuk... Söylenişi güzel, duygusu hoş, düşünmesi ürpertici ve aynı cümle içinde geçmesi de iyi... Ama işte çoğu kez ayrı ayrı yolculuk eden iki metafor, daha doğrusu tek metafor, iki yön.
Yedi Yayınları iyi bir kitapla başlangıç yapmış, ‘Tropik Güncesi’, Kolombiya’nın büyük şair ve yazarlarından Alvaro Mutis’in romanı, çevirisi Pınar Savaş’ın. Özellikle İspanyolcadan yaptığı şahane çevirilerini okuyoruz. Bir de Ebru Erbaş, ki o da Mathias Enard’dan ‘Pusula ve Mıntıka’ gibi iki nehir romanı öyle akıcı çevirmiş ki siz de duramıyorsunuz okurken.
İlk cümleye dönüyorum. Yazı ile yaşamın yolculuk metaforunda buluşmakla kalmayıp, birbiriyle yarıştığı, fakat nefes nefese değil adeta insanın okurken nefesini tuttuğu küçük, ama her bakımdan derin bir günce roman. Kötülüğün sıradanlığı değil akıcılığı. Uzun bir nehir yolculuğu boyunca sürüp giden kötülük. Kötülüğün tadı herhalde yoktur ama katları vardır. İyilik uzaklardan bile göstermez kendini: “Burada insanın aklı işe yaramaz olur, zaman karışır, kurallar unutulur, neşe diye bir şey bilinmez, keder katlanır.” (s. 45)
John Updike ‘hiçbir yere varmayan’ bu yolculuğun renkli olduğunu vurguluyor. Karanlığın, sıkıntının, çilenin renkleri olmalı. Marquez ise “o kayıp cenneti asla bulamayacağımızı anlatan kehanetler” olarak görüyor Mutis’in yapıtlarını.
Doğrusu ‘yokluğa yolculuk’ da denilebilir bu serüvene.
Ağır bir yolculuk, iki anlamıyla da. Ve gerçeklik duygusunun hakikiliğine inandıran bir derin melankoli. Öyle yaşanmış, öyle yazılmış, öyle çevrilmiş.