Güncelleme Tarihi:
Faruk Duman, öykücülük ile romancılığı at başı götüren, aralara denemeler katan bir yazar. Az ya da çok sözcük demeden derdini bu üç alanda ifade eden; hikâyeler kuran, karakterler yaratan, onlar aracılığıyla ve kurgulanmışlar üzerine düşünerek okura seslenen Duman’ın yaptığı bir başka şey, kimi zaman fantastik kimi zaman da tarihle edebiyatı buluşturan metinler oluşturması.
Bazen birbiriyle bağlantılı hikâyeler yaratıyor Duman: Bir kitabında karşılaştığımız karakter, bir başkasında yeniden görünebiliyor. Benzer bir durum olaylar için de geçerli; bir kitaptaki yaşanmışlığı, diğerinde yapılan göndermeyle hatırlıyoruz.
‘Sus Barbatus!’u anımsamamızı sağlayan ‘Kaptan Kanca’nın Bir Macerası ve Öbür Yeni Öyküler’de Duman, okuru 1970’lerin siyasi ve sosyal ortamına götürüyor. Tabii bu kadar değil; kimi anlarda masalları, kimisinde ise söylenceleri çağrıştıran anlatımıyla kurduğu öyküleri zenginleştiriyor.
DÜNÜN HİKÂYELERE SIZMASI
Duman’ın destansı ve eski zamanların hikâye anlatıcılarını hatırlatan üslubuna bu öykülerde de rastlıyoruz. Ana ve yan karakterlerin dahil olduğu öykülere çokseslilik hâkim. Anlatım, masala evrilirken öykülerde aniden hayatın gerçekleri çıkıyor karşımıza. Her şey çocuksu bir coşkuyla ilerlerken para sıkıntısının ortasına düşen ve babasının yeniden tutuklanacağını fark eden anlatıcının ruh hali buna verilebilecek örneklerden sadece biri. Durum böyle olunca ‘Sus Barbatus!’taki küçük karakterin bu öykülerde büyüdüğünü görüyoruz.
Dahası, polislere ‘Han Duvarları’ şiirini okuyan ve Duman’ın önceki kitaplarından kopup gelen karakterlerle de yüzleşiyoruz öykülerde. Yazarın, vakti zamanında okuyup etkilendiği kitap ve kahramanlara göndermeler de bulunuyor kitapta.
Bunlarla beraber, 1970’lerin hem karmaşık hem de özgün ve birikimli ortamının hikâyelere sızdığını, hikâyelerin de oraya karıştığını görüyoruz. Aynı şekilde yine o yılların samimi ev hallerini ve sokakta sürüp giden kavgayı da... Anlatıcılardan birinin işittikleri, adeta bunun bir kanıtı: “Başıma ne geleceğini hiç bilmiyordum. Daha önce babamın, dayımın, teyzemin anlattıklarına göre. Yani birisi hapse götürüldüğü zaman. Onlar buna kısaca ‘alınmak’ diyorlardı. Birisi alındığı zaman, önce bir temiz dayak yerdi. Sonra, bu dayağa aldırmayıp da konuşmazsa. Ki genellikle bu ilk dayakta kimse konuşmazdı, bundan sonra gözleri kapatılarak bir işkence odasına götürülürdü ve soyularak ayaklarından tavana asılırdı. Bir keresinde dayım, bu zor bir işlem, demişti. Seni kaldırıp asmakta zorlanıyorlar çünkü ağırsın. İnsan ağırdır. İnsan ağırdır...”
YAZARLAR VE HAKİKATLER
‘Kaptan Kanca...’da Duman, pek çok yazara, şaire, dizeye ve metne atıf yapmış. Anlatıcıların rastladığı her şiir, roman ve öykü, hikâye içinde hikâye haline geliyor. Melih Cevdet Anday’dan Nâzım Hikmet’e, Jules Verne’den Maupassant’a, Hasan Hüseyin’den Poe’ya ve Orhan Kemal’e dek pek çok isimle yolu kesişiyor okurun ve anlatıcının. Her yazar ve metin, bir bilinçlenmenin, hayata karışmanın ve olup bitenle başa çıkmanın yol göstericisine dönüşüyor.
Duman, betimleme ve imgelerle yola devam ederken masalların ve gerçeklerin dilinden epey yararlanıyor. Böylece okura, 1970’lerin havasını soluma imkânı sağlarken daha eskiye gitmenin önünü açıyor. Bu üslup, öyküleri sağlamlaştırıyor; diğer bir ifadeyle onların ayağının yere basmasına olanak veriyor. Öte yandan masalsılık ise edebi bir havailik katıyor metinlere.
Buradan baktığımızda öyküler, hem epik hem de hakikatlerin izinde ilerleyen, Duman’ın eski kitaplarıyla bağlantılar kurup yenilerine kapı açan niteliğiyle öne çıkıyor.