Güncelleme Tarihi:
Türkiye’nin önde gelen iki sanat kurumu, Sakıp Sabancı Müzesi ve Akbank Sanat, çok önemli bir sergiye ev sahipliği yapıyor bugünlerde... ‘Performans sanatının kraliçesi’ Marina Abramovic’i, şimdiye kadarki belki de en kapsamlı sergisiyle ağırlıyorlar. ‘Akış’ başlıklı sergi, hem Marina’nın sanatını, hem çoğu Türkiye’den performans sanatçılarının canlı performanslarını hem de ‘Abramovic Metodu’nu bir araya getiriyor.
Tüm bunlar arasındaki geçişkenliği, performans sanatçısı ve Marina’nın işleri arasındaki ilişkiyi ve mekânların performansla yüklendiği enerjiyi temsil ediyor ‘akış’...
Performanslarında fiziksel ve zihinsel potansiyelin sınırlarını zorlamak şöyle dursun, parçalayan Abramovic’e sözü bırakıyoruz...
Adınıza kurulan enstitü MAI, Sakıp Sabancı Müzesi ve Akbank Sanat işbirliğiyle gerçekleşen bu projede ilk kez üç farklı şey bir araya geliyor: Performanslarınızın dokümantasyonları, sanatçıların sergileyeceği canlı performanslar ve ‘Abramovic Yöntemi’. Nasıl bir deneyim oldu sizin için?
Projelerimizde genelde bu üç bileşenden bir ya da ikisine, çoğu zaman sadece ‘Yöntem’e odaklanıyoruz, dolayısıyla bizim için de yeni. Bu sergi kapsamında SSM’nin ilk katında performans öncesi tuvalle çalıştığım ilk evrelerinden itibaren sanatımı izleyiciyle paylaşıyoruz. Bu tuvaller daha sonra performansa evrildi tabii. Medyum ne olursa olsun, tuval, fotoğraf veya performans, temel odak noktam hep beden. İkinci katta sanatçıların canlı performansları yer alıyor. Projenin bu ayağı için sanatçılardan 300 başvuru aldık. 11 Türkiyeli, dört de yabancı sanatçının çalışmalarını projeye dahil ettik. Günde sekizer saat gibi uzun süreli bir performanslar serisi bu. Bu sanatçılarla ayrıca sergi süresince atölyeler düzenleyeceğiz. Sergide izleyicinin de rolü büyük, ‘Yöntem’in yer aldığı üçüncü katı onlara ayırdık. Burada izleyicilerin kişisel eşyasını bırakabileceği kutular var, alana yalın bir şekilde giriyorlar ve kolaylaştırıcılar (facilitators) eşliğinde Yöntem’i fiziksel, ruhsal ve duygusal olarak deneyimliyorlar. Proje SSM özelinde de önemli çünkü bu sergiyle beraber ilk defa, izleyici sabit eserler görmek yerine bir laboratuvar ortamıyla karşılaşacak. Akbank Sanat’ta yapılacak film gösterimleri de serginin ayrılmaz bir parçası, izleyicilere orayı atlamamalarını tavsiye ediyorum.
MAI hayatınızın neresinde duruyor? Bir miras ya da vasiyet olarak değerlendirebilir miyiz?
MAI’yi mirasım ya da vasiyetim olarak görmüyorum. 50 yıl boyunca performans sergiledikten sonra, hayatın son evresi olduğunu düşündüğüm bir döneme gelince, neyin kalıcı olacağını sorgulamaya başladım. Performans geçici, elle tutulur bir çıktısı olmayan bir sanat dalı. Nasıl muhafaza edeceğiniz üzerine düşünmeniz gerekiyor. Dolayısıyla MAI’yi kendi vasiyetim olarak değil ama uzun süreli performans türleriyle uğraşan sanatçılar için eğitim niteliğinde bir miras olarak görüyorum. Bu kurumun ben gittikten sonra da varlığını sürdüreceğini umuyorum.
TÜRKİYE’Yİ DÜŞÜNDÜĞÜMDE AKLIMA HEP SUFİZM GELİR
Performans sanatına yönelişiniz nasıl oldu peki?
Rastlantı eseri olmadı bu tabii. Resim yapmayı bıraktıktan ve ses enstalasyonlarına yöneldikten sonra yavaş yavaş bedenimi sanatımın içine daha çok entegre etmeye başladım. İzleyici önünde ilk performansımı sergilediğimde, medyumumun performans olması gerektiğini anlamıştım. Resim yapmak gibi izole ve yalnız bir süreç olmamalıydı benim sanatım. Kalabalığın önünde performans gerçekleştirdiğiniz zaman enerjiyi hissediyorsunuz. Sonra öyle bir bilinç hali geliyor ki bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlıyorsunuz. Bedenin limitlerini zorlarken kalabalıktan aldığınız cevap her şeyi değiştiriyor. İzleyici, eserin tamamlayıcısı haline geliyor. İzleyici yoksa performans da yoktur. Bu iç içelik benim için vazgeçilmez.
Kültür, eserlerinizde önemli rol oynuyor. Örneğin ‘Artist is Present’ta, üç ay boyunca, karşınıza oturan insanların gözlerinin içine baktınız. Ve bu performansın ABD özelinde anlamlı olduğunu, çünkü bu kültürde insanların durup da birbirlerinin gözlerinin içine bakmadığını belirtmiştiniz. Merak ediyorum, Türkiye’de bir performans gerçekleştirecek olsanız rotanızı nerelere çevirirdiniz?
Bunun üzerine düşünmek gerçekten çok soyut bir süreç. Türkiye özelinde düşündüğümde aklıma hep Sufizm gelir. Dervişin dansı esnasındaki kendinden geçişi... Dolayısıyla Türkiye’de bir performans gerçekleştirecek olsaydım rotamı kesinlikle bu yöne çevirir, o yüksek düzey bilinç seviyesine ulaşmayı öğrenmek isterdim. Tabii bunu başarmak için de çok iyi bir ustaya ihtiyacım olurdu.
Uzun süreli performans aynı zamanda bir eşikte olma durumu, gerçeklikten kopuş olarak düşünülebilir. Kendinizi performans öncesinde nasıl hazırlıyorsunuz ve performans sonrası gerçek hayata nasıl dönüyorsunuz?
Bazı performanslar için hiç hazırlanmanız gerekmez. İrade yeterlidir. Bazı daha uzun süreli performanslar içinse hazırlık yapmanız gerekir. Mesela ‘Artist is Present’ öncesinde bir yıl boyunca hazırlık yapmıştım, çünkü metabolizmamın işleyişini değiştirmem gerekiyordu. İhtiyaç duyduğum suyu ve yiyeceği gece almam gerekiyordu, çünkü gündüzleri sekiz saat boyunca hareketsiz oturuyordum. Performans bir-iki saat ya da bir-iki gün sürecek olduğunda durum farklı, ama üç aylık bir performansa giriştiğinizde, performans hayatın kendisi haline geliyor. O fazdan normal hayata geri dönmekse kolay değil. Hatları kesin bir şekilde belirlenmiş, son derece kontrollü bir sistemden tamamen özgür alana geri dönüyorsunuz. İnsanlar bana performans sonrası ne istediğimi sorarlar. İstemediğim tek şey varsa o da performans hakkında konuşmaktır. Söyleyebileceğim her şeyi zaten söylemiş ya da yapmışımdır. Her şeyimi zaten izleyiciyle paylaşmışımdır. Performans sonrası istediğim tek bir şey varsa o da dondurmadır!
BEDENİMİN SINIRLARINI ZORLAYARAK ACIYI ANLAMAYA ÇALIŞTIM
Sizin için bedenin limitlerini zorlamak ne ifade ediyor? Geçen yıllarla beraber bu konudaki düşünceleriniz değişti mi?
Aslında her performanstan sonra sanatıma dair düşüncelerim değişiyor. En başlarda bedenin fiziksel limitleriyle ilgileniyordum; acıyı anlamaya çalışıyordum. Sonraları fiziki bedenin limitlerini zorlamanın kolay olduğunu anladım. Esas zor olanın zihni kontrol etmek olduğunun ayırdına vardım. Hareketsiz durmak, sessizlik ve basitlik... Bir performans sanatçısı olarak ilk başlarda kendinizle izleyici arasına bir şeyler koymanız gerektiği hissine kapılıyorsunuz, sanki bir şeylerin arkasına saklanmanız gerekiyormuş gibi geliyor. Daha sonralarda ise ihtiyacınız olan tek şeyin mevcudiyet olduğunun farkına varıyorsunuz. Performansın enerjisini daha çok deneyimledikçe, performansınızı basitleştirerek hiçbir şeye, sıfır düzeyine indirgeyebiliyorsunuz.
PERFORMANS SONSUZ ÖZGÜRLÜK ALANI YARATIR
Disiplin ve özgürleşme... Performanslarınız bu ikisi arasında gidip gelen bir tahterevalli gibi. Sizce özgürleşmeye açılan kapı disiplinden mi geçiyor?
Disiplin gerçekten çok önemli. Tutkuyu bile kontrol altına almanız gerekiyor. Azim ve irade gerçekten benim için anahtar kelimeler. Bunlar aracılığıyla her şeye erişebilirsiniz, özgürleşmek dahil. Bu arada performansın sanatçıya sonsuz bir özgürlük alanı yarattığını düşünüyorum. İsterseniz bedeninizle ifade edersiniz kendinizi, isterseniz bir avuç tozla...
İnsanlar size çoğu zaman en absürt, en sıradışı ya da en beğendiğiniz performansınızı soruyorlar. Ben size tersini sorayım: Hiç beğenmediğiniz ya da tatmin olmadığınız bir performansınız oldu mu?
Biliyor musunuz, gerçekten berbat performanslarım da oldu. Biri mesela Ulay’la yaptığımız bir işbirliğiydi; ‘Positive Zero’ adlı performansımız. Elimizde performansın yalnızca fikri vardı ve hiç prova yapmamıştık, yapsaymışız zaten performanstan vazgeçermişiz. Neyse, performansın ortasında ne kadar berbat bir iş ortaya koyduğumuzu fark ettim ve performansı bitiremedim de. Çünkü izleyici var ve başladığınız işi bitirmeniz lazım. İnanılmaz bir deneyimdi, sonrasında hasta oldum zaten. Ama yine de bu berbat performans da harika bir öğrenme deneyimi oldu benim için. Başarısızlıkların değerini yeterince bilmiyoruz. Öğrencilerime en çok öğretmek istediğim şey, başarısızlığı da kucaklayabilmeleri.
Yakın gelecekte sizin yapacağınız bir performans görecek miyiz?
Yeni performansım Münih’teki Bavyera Operası’nda gerçekleşecek. İlk kez bir operada rol alacağım. 20. yüzyılın en önemli primadonna’larından Maria Callas’ı canlandıracağım. Performansın adı “Seven Deaths of Maria Callas” [Maria Callas’ın Yedi Ölümü] olacak. Bilirsiniz, her operanın sonunda mutlaka bir kadın ölür. Çoğu zaman da bu ölümün sebebi erkeklerdir, kalp kırıklığıdır… Esas sebep bazen yangın, bıçaklanma, boğulma ve bazen de intihar da olsa böyledir. Bu operalardan yedisini bir araya getirip ortaya yeni bir iş çıkaracağım.
Akbank’ın desteğiyle gerçekleşen ‘Akış/Flux’ başlıklı sergi 26 Nisan 2020 tarihlerine kadar görülebilecek.