Güncelleme Tarihi:
‘Otomatik Piyano’, Amerikalı kıymetli yazar Kurt Vonnegut’un 1952 senesinde kaleme aldığı ilk bilimkurgusu. Aslında bu eser, distopik kurgunun diğer temsilcileri olan Ray Bradbury imzalı ‘Fahrenheit 451’ ve George Orwell eseri ‘1984’ kadar bu türün köşe taşıydı. Ancak bence iki sebepten Türkiyeli okurun ilgisini onlar kadar çekemedi. Birincisi, filmi yapılmadı. (Fakat mesela yazarın ‘Between Time and Timbuktu’ adlı eseri şahane bir TV filmi oldu, muhakkak izleyin.)
İkincisi ise, ilk kez Metis Yayınları tarafından çevrilip, güzelce kapaklanıp (Kapaktaki piyano çalan beyaz gömlekli eli hatırlayan okur muhakkak çıkacaktır) basıldıktan sonra kitapçılarda ve hatta sahaflarda tükenmesine rağmen bir daha yeniden basım işine el atan olmadı. Aslında demek ki seveni, arayanı vardı ama ne yapsın insanlar...
Şimdi yeni bir basım, April Yayıncılık tarafından taze bir kapakla raflarda. (Bence Metis kapağı daha soğuk ve ürkütücüydü ve bu yönüyle benim hoşuma gidiyordu, yeni kapak ise daha bir grafik işi, ama, olsun, güzel ve basılması yeter.) Ne vakittir arıyordum, çocuğuma okutacaktım, yeğenime paketlettirecektim diyenin haberi olsun, baksın bulsun.
Fakat genç okura bir öneri. Bir şeyleri, bu bir kitabın yeniden basılması da olabilir, beklemek kadar büyük gaflet yok. Giden gün ömürden çünkü. Dil öğrenip kitapları anadilinden okumak da nefis bir şey. Hatta şimdi sesli kitap arşivleri, aradığınız aramadığınız tüm kitapların, tüm baskılarını bulabileceğiniz tonla uygulama mevcutken, dalın oralara. Dinleyin. Ne varsa okuyun. Çok okuyun. Her şeyi okuyun.
‘İnsanlar olmasa, dünyayı ne güzel İdare ederdik!’
‘Otomatik Piyano’, adını, Amerika’da bir dönem hemen her evde koltuk ve kitaplık gibi kullanışlı bir mobilya olan, kendi kendine hafızasındaki eserleri pnömatik bir sistemle çalan piyanodan alıyor. Bu piyano bir sembol, makinalaşma ve insanın işlevsizleşmesiyle birlikte hayatın anlamsızlaşması ise esas mesele.
Üçüncü Dünya Savaşı sonrasında geçen bu distopik hikâyede, mühendisler tarafından yaratılan bir dünyada ve tamamen makinaların gücüyle sürdürülen bir sistemde, New York eyaletindeki Ilium kentinde geziniyoruz. Mühendisler, makinalar ve halk kentin ayrı yerlerinde, asgari sürtüşmeyle yaşıyor. Halk, tahmin edebileceğimiz gibi, hem yoksul hem de anlamdan azade bir ömür sürüyor. Tüm işleri makinalar devralmış, insana yapacak pek bir şey kalmamış. İşte bu ortamda Doktor Paul Proteus’un, bütün işleri makinalar yaparsa insan hakikaten mutlu olur mu yoksa makinaların işlevi hayata anlam katmak için bir aracılık yapmakla mı sınırlandırılmalı sorusunun peşinden gidişinin izini sürüyoruz.
Günümüzde üretilen pek çok makinanın, yapay zekanın, ‘Matrix’, ‘Terminatör’ gibi filmlerin, ‘Westworld’ gibi dizilerin hemen tümünün yaratıcılarının bu kitabı notlar alarak okuduğuna ve geceleri bir bardak suyun yanında başucunda tuttuğuna eminim. O yüzden tam da şimdi yeniden basılması çok kıymetli. Eğer okumadıysanız mutlaka okuyun. Okuduysanız bir kez daha okuyun.