Güncelleme Tarihi:
Edebiyat, en başından bugüne hayata dair akla gelebilecek her şeyden beslenmeye devam ederken belki de en çok ilham aldığı ya da beslendiği, hikâyelerini oluşturduğu ya da mekânlarını kullandığı, karakterlerini esinlendiği ya da bizzat karakterlerinin öyküsünü odağına aldığı tarihle iç içe oldu. Öyle ki, dünyanın istisnasız her döneminde ve her ülkesinde ya da bölgesinde romancılığın bir dalı olarak ‘tarihi roman’ türünü doğuracak kadar çok eser verildi.
Polisiyeden bilimkurguya, aşk romanlarından diğer tüm türlere edebiyatta daima yerini alan tarih anlatıcılığına bugünlerde bir yenisi daha eklendi: Cihan Uğurlu’nun ilk romanı ‘Bir Luvi’nin Ölümü’.
Roman, okurlarını bundan binlerce yıl evveline; milattan önce 2000 ile 1000 yılları arasında yaşadığı ve Anadolu’nun ilk yerleşik halkları olduğu tahmin edilen Luvilerin dünyasına götürüyor. Ancak bu zaman yolculuğunu bir tarih anlatısıyla değil, bir roman kurgusu içinde aktarıyor. ‘Bir Luvi’nin Ölümü’, başkahramanımız yaşlı adamın, geçmişinin izlerini sürmek için çocukluğunun geçtiği o sahil kasabasına gitmesiyle açılıyor. Çocukken hep uzaktan izlediği arkeolog Jale Hanım ve eşinin çocukluk günlerinde her ne kadar çok istese de bir türlü yaklaşmaya cesaret edemediği evlerine giden adam, orada tüm geçmişini çocukken bıraktığı gibi buluyor. Hiç değişmeden aynı yaşında görünen Jale Hanım ve eşiyle karşılaşmasının şaşkınlığını atlatamadan, bir anda kendisini bugünün Kemer ve Olimpos Dağı civarında bundan binlerce yıl öncesinde var olan İmmar halkının yanında buluveriyor. Ve esas öykü böylece başlıyor.
Yapılan arkeolojik araştırmaların sonunda bugün artık Hititler ile akraba oldukları düşünülen, Anadolu’nun bilinen ilk yerleşik halkı olan Luvilerin yaşadığı bu coğrafyada Hulli adlı kahramanın hüzün dolu hayat hikâyesi romanda yerini alıyor.
Elbette sadece Hulli’nin hikâyesi değil anlatılan. Uğurlu, Luvi halkının günlük hayatı, kültürü, gelenekleri, inanç sistemi ve dönemin siyasi düzenini bu kurgusal hikâyenin içine ustalıkla yerleştirerek ritmini hiç kaybetmeyen bir anlatı sunuyor okuruna.
‘Bir Luvi’nin Ölümü’nün ulaştığı başarılardan biri, kuşkusuz, birçok tarihi bilgiyi bir araya getirmesi.
Yazar bununla da kalmayarak bu bilgileri kurgusal bir metne incelikle yerleştirmeyi başarırken gerçek ve kurgunun bir araya getirilişi sırasında gerçekçilik ve akıcılığı korumayı başarıyor. Bu da ortaya hem bilgisi bol hem de hikâyesi güçlü bir eser çıkarmış.
Romanın çarpıcı yanlarından biri, binyıllardır yok edilemeyen sorun olan cinsiyetçiliğin Luviler ve o dönemin diğer toplulukları içinde de nasıl var olduğunu, erkek egemenliğinin dönem halkları içinde ne denli acımasız yaşandığını küçük ama önemli anlarda gösteriyor oluşu. Güçlü bir hikâyeyi kaleme alırken yer yer mitolojik bir anlatım seçen Uğurlu, dilinde bölümler arasında değişime giderek bugün ile geçmiş arasındaki farkı anlatısında zekice hissettiriyor.Romanın sürprizi ise sonunda, Stephen Hawking’e gönderilen bir selamla ve tüm boşlukları başarıyla dolduran bir finalle sunuluyor.
Türkiye’de haklarında sadece birkaç kitabın kaleme alındığı Luvilerle ilgili zengin bilgileri barındıran ve öte yandan bir adamın hüzünlü hayat öyküsünün bu bilgilere eşlik ettiği ‘Bir Luvi’nin Ölümü’, tarih meraklısı okurunun yanı sıra yepyeni bir yazarla ve güçlü bir eserle tanışmak isteyen okurunu bekliyor.