Güncelleme Tarihi:
70’li yılların İstanbul’u. Yazdıkları nedeniyle -o ünlü 141-142. maddelerden- hapse düşmüş bir yazarın, Naci isimli mahkûmla karşılaşmasıyla başlıyor roman. Naci’nin anlatma iştahı ilgisini çekmiştir. Ancak Naci’nin anlattıkları sadece kendisiyle sınırlı değil, dinlediğimiz başta Ufuk olmak üzere, İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde konuşlanmış bir kahvede toplanmış bir grup insanın -Lümpen Naci’nin, Solcu Erhan’ın, Ocakçı Kâmil’in, İmam Çağdaş’ın, Piç Arif’in, Taksici Feridun’un, Topçu Nadir’in, Serpil’in, Ünzile’nin- ve elbette 70’ler Türkiye’sinin hikâyesi...
Ufuk: Takıntılı bir âşık
Naci ile yapılan daha ilk görüşmede öğreniyoruz Ufuk’un hazin sonunu. Üniversiteye üçüncülükle girmiş, dört yıl tıp okumuş ama şizofrenisi ortaya çıkınca tahsilini yarım bırakmış akıllı ve terbiyeli bir genç. Aslında Naci’lerin yaşadığı muhitle sınıfsal ve sosyal açıdan hiçbir alakası yok. Üst orta sınıftan bir ailenin tek çocuğu olan Ufuk, arkadaşı Solcu Erhan tarafından getirilmiş bu kahveye. Sonra kimin başı ağrısa, tansiyonu çıksa, çocuğu hastalansa kendine has ciddiyetiyle ve gerçek bir doktormuş gibi yardıma koşan Ufuk’u sevmiş kahvedekiler, o da kendisini olduğu gibi kabullenen bu gecekondu semtinde huzur bulmuş.
Yazarın Naci vasıtasıyla kahve çevresinde yaptığı görüşmeler ilerledikçe Ufuk’u daha iyi tanıyoruz. Düzene, doğruya, iyiye, güzele -kısacası mükemmele- ve gerek fiziksel gerek zihinsel anlamda mükemmel olduğunu düşündüğü Serpil’e takılmış bir zihni var genç adamın: “Ne zaman üstüne o haller gelse hemen Serpil’den konuşmaya başlardı. Serpil aşağı, Serpil yukarı. Ya da saatlerce oturur kahvede, kalınca bir defteri var, yazar Allah yazar. Sorardık, ‘Olum ne yazıyorsun gene?’, ‘Serpil’in morfolojisi üstüne bir kitap yazıyorum, sizce başka ne yapıyor olabilirim ki’ derdi.”
Ufuk’un zihinsel takıntısını göstermesi açısından not defterinde Serpil’e ayırdığı sayfalardan da bir alıntı yapalım: “... benim delicesine âşık olduğum; Serpil’in o küçücük ağzının, kantinde kaşarlı tost yerken mesela ya da üzgünken, ‘Anatomiden bu sene çakacağım galiba ya’ dediğinde, iki dudağı arasındaki mesafenin -hiçbir zaman- estetiğin kabul edilebilir sınırları dışına taşmamasıdır.”
Bir yandan mükemmellik peşinde koşarken bir yandan hastalığıyla boğuşan, aldığı eğitime ve keskin zekâsına rağmen hayatla baş etmekte zorlanan Ufuk, hayalleriyle gerçekler arasındaki uçurumun farkına vardığında yaşamın anlamını yitirecektir...
İnsandaki ilkeli gördüğünde
Aziz Nesin’in ‘Tatlı Betüş’te kullandığı röportajlarla anlatım tarzına benzer bir kurguyla yazılmış ‘Sarışın Maymun’. Ufuk’un kişiliğine ve intiharına romanda yer alan şahıslarla yapılan röportajlar yoluyla farklı açılardan yaklaşılıyor. Tuttuğu defterler aracılığıyla Ufuk’un anlatısına da yer verilmiş. Ancak anlatılanların sadece Ufuk merkezli olmadığını, konuşmacıların kendi hayatlarına, kaygılarına, beklenti ve umutlarına dair olayları ve düşünceleri de işin içine kattıklarını da söyleyelim. Böylelikle, her şeyi kapsamak gibi bir iddiası olmamasına rağmen ‘Sarışın Maymun’ varoşlarda yaşayan ‘lümpen’lerin hayatları üzerinden 70’ler Türkiye’sinin ruh haline temas edebiliyor.
Yanlış anlaşılmasın, ‘lümpen’ deyip kolaycılığa kaçmamış Mustafa Özcan. Her birinin dertlerini kendi bakış açılarıyla dillendirirken hem çok sesli, çok canlı ve eğlenceli bir anlatım tutturmayı başarmış hem de her birinin farklılıklarını yakalamış. Üstelik kahvenin yaşını başını almış, iş güç sahibi müdavimleri, mahallenin genç kızları da var. Divriğili bakır ustasının parasız yatılı okumuş oğlu, emekli ilkokul öğretmeni Ali Amca’yı ya da Fatsalı bir babanın oğlu olan mahallenin din görevlisi İmam Çağdaş’ı ve sayıları az olmakla birlikte hikâyede önemli rol oynayan kadın karakterleri anmadan geçmeyelim.
Romana okuma lezzeti katan en önemli etken, söz sırası alan karakterlerin sınıfsal, sosyal ve kültürel aidiyetlerine uygun bir üslupla konuşmaları. Laf kalabalığı yaparak daldan dala atlayan, ilgisiz konulara dalanı da var, abartanı hatta doğruları söylemekten imtina edeni de. Lümpen Naci’nin, Piç Arif’in, Taksici Feridun’un anlatımları hikâyeye farklı pencereler açmanın yanı sıra içerdikleri mizahi tonlamayla hikâyenin duygusal ağırlığını da dengeliyor.
‘Sarışın Maymun’da hikâyelerini dinlediğimiz karakterler başımızı bir kahveden içeri uzattığımızda hemen tanıyacağımız türden, sıradan insanlar. Bu coğrafyada doğmuş, bu coğrafyada büyümüş, coğrafyaları kaderleri olmuş insanlar. O kader ki travmalarla kararmış. Kimisini hapse, kimisini torbacılığa savurmuş, kimisi sol bir dünya görüşünü benimsemesinin bedelini işkenceden geçerek ödemiş. Kısacası hatalarıyla sevaplarıyla bu toplumun insanları. İçlerinde farklı olan, trajik sonu hakkında daha baştan bilgilendirildiğimiz Ufuk’tur. Ve Ufuk şizofrenik bir kişiliktir. Mustafa Özcan’ın Ufuk’un şizofrenisini bir metafor olarak kullandığını düşünüyorum. Biraz açmaya çalışayım: Ufuk şizofreninin insanın dil yetisinden kaynaklandığını savunan bir teoriden söz ediyor. Buna göre insan türünün diğer bütün türler üzerinde üstünlük sağlamasına neden olan şey; şiir, felsefe, edebiyat konuşmamızı ve yazmamızı, bilim, buluş yapmamızı sağlayan dil, aynı zamanda şizofreninin nedenidir. Evet dil güzeli, iyiyi, doğruyu söylüyor ama insanın içindeki çirkinlik, kötülük, ahlaksızlık baki kalıyor.
Yarılmayı yaratan tam da budur ve Ufuk’un şizofrenisi aslında toplumsal şizofreninin bireyde cisimleşmiş bir halidir.
Serpil de bir kitaba atıfta bulunarak dillendirecektir bu gerçeği: “Bizler sadece ilkel birer yaratıkmışız. Üstümüze kat kat giydirilmiş etik, din, kültür, kişisel beğeni, analitik düşünme yeteneği gibi örtüler çekilip atılınca, geriye sadece varlığını sürdürmeye çalışan bir primat kalıyormuş. Sevgi, aşk, empati, mertlik, dürüstlük, fedakârlık gibi şeyler bizim bir arada yaşamamızı sağlayan, kendi ürettiğimiz yapay kavramlarmış.”
Ufuk rüyasında Serpil’in sarışın bir maymuna, daha doğrusu, sarışın bir primada dönüştüğünü görerek uyandığında yüzleşmiştir hakikatle. Onu ölüme götürecek bir yüzleşme... Belki de kimsenin hakikatle yüzleşmemesinin, yalanlarla yaşamasının, primatlıkta karar kılmasının nedeni budur.
‘Sarışın Maymun’ başarılı bir ilk roman. Mustafa Özcan sade bir dille sıcak bir hikâye anlatıyor.
SARIŞIN MAYMUN
Mustafa Özcan
Alakarga, 2017
124 sayfa, 12 TL.