HASAN BÜLENT KAHRAMAN
Oluşturulma Tarihi: Haziran 10, 2022 11:33
Karikatürün dev ismi Latif Demirci’nin şaka yapmadığını, bize bizi gösterdiğini, her şeyin üstünü açıp altındakini ortaya serdiğini belirtmeliyim. Bir heccav, bir hicvedici, aynı zamanda ‘oyunbaz’. Her gün bizi sahneye taşıyor, bize bir oyun hazırlıyordu. O oyun gerçekten daha fazlasıydı. Latif Demirci, muhteşem hassasiyeti, inceliği, dikkati ve özeniyle gündelik hayatın içindeki ‘öte-gerçeği’ yakalayan eşsiz bir imgeleme sahipti.
Hayat elbette acımasız. Bundan bir buçuk yıl önce (25 Eylül 2020) bu dergide bir yazı yayımlamış ve Latif Demirci’nin ‘Pandemili Korona’ isimli ve adından başlayarak konuyu bilgece bir mizahla kuşatan yapıtını ele almıştım. Şimdi ardından yazıyorum.
İlginç bir karikatürcüler kuşağının entelektüel donanımı en yüksek isimlerinden biri ve eşsiz nitelikler taşıyan bir dostun ardından yazmak, hele bu kişinin her şeyi ‘ti’ye alan bir kişi olduğu anımsanırsa, aklın kabullenmekte zorlanacağı bir şey. Latif’in aramızdan ayrıldığı haberini aldığımda, ne yalan söyleyeyim, aklımdan yıldırım hızıyla bir cümle geçti, ‘Bu
haber ona verilseydi ne çizerdi?’ Dünyaya gülmecenin merceğinden bakan biri için bundan daha ileri bir şey düşünülemez. Tersinden söyleyeyim, eğer bir çizer muhatabında böyle bir soru uyandırıyorsa işini en üst düzeyde yapmış demektir. Çünkü gülmececi, sanılanın tersine, gülmeceyle değil gerçekle, gerçeğin kendisiyle ilgilidir. Latif Demirci işin bu yanını sonuna kadar kavramış, sanatçılığının özü haline getirmişti.
Andığım yazıda şunları söylüyordum: “Latif Demirci tastamam burada duruyor. Her şeyle dalga geçiyor, her şeyi matrağa alıyor. Ama dikkat ediyorum, şakaya vurmuyor. Tersine, şakaya vurmanın basitleştirici, zaman zaman ‘sıradanlaştırıcı’, hafifletici, üstünü örtücü yanından özenle kaçınıyor. Başarısının bir önemli nedeni hiçbir şeyin üstünü örtmemesi, biz göstermemeye, sezdirmemeye, saklamaya, gizlemeye çalışsak bile, onun elimizdeki meselenin üstünü açması, onu son derecede eğlendirici, gülümsetici bir şekilde bize yeniden göstermesi. Bize bizi sunması. Bütün gücü, şaşırtıcı bir gözlemle, müthiş bir sentez gücüyle birbiriyle ilişkisiz gibi görünen farklı birkaç olguyu, yaklaşımı, tutumu, tavrı, bazen sözü, deyimi üst üste çakıştırıp komik halimizi ortaya koymasıdır. Buna heccavlık diyebilir miyiz sorusunun yanıtı bende evettir. Latif Demirci hiç çekinmeden ama büyük zarafetle (ki başarısının bir nedeni de budur) hicvetme görevini yerine getiriyor.”
Bu görüşlerimi aynen koruyorum. Latif Demirci’nin şaka yapmadığını, bize bizi gösterdiğini, her şeyin üstünü açıp altındakini, ardındakini ortaya serdiğini yeniden belirtmeliyim. Latif Demirci’nin bir heccav, bir hicvedici olduğunu vurgulayayım. Ama bu görüşlerimi aradan geçen zamanda geliştirdim. Bugün Latif Demirci’nin aynı zamanda bir ‘oyuncu’, daha doğru bir tabirle ‘oyunbaz’ olduğunu düşünüyorum.
Huizinga’dan beri oyun kavramının insan yaşamında tuttuğu yeri biliyoruz. Oyun son derecede karmaşıktır. Ciddiyet, ussallık, yorum, çözümleme içerdiği kadar oyun, hafife alma, kayıtsızlık, boş vermişlik, alay, gülmece içerir. Oyun metaforlarla yüklüdür. Düzdeğişmeceye dayanmayan bir oyun mekanizması bulunmaz. Oyun katmanlı bir dil kurar. Roland Barthes’ın fotoğraf için kullandığı ‘punctum’ ve ‘dctum’ kavramları oyun için de geçerlidir. Ayrıca oyun bir serüvendir. Bir küçük oyun içinde insan kaderiyle yüz yüze gelir. Tiyatro şu saydığım tüm öğeleri kapsar. Klasik gülmece tiyatrosu bu kurucu parametreleri daha da çok barındırır içinde.
Latif Demirci karikatürleriyle tam da bu noktada duruyordu. Ayağı sonuna kadar yere basan, gerçeklikten bir an olsun ödün vermeyen, etrafını kuşatan dünyayla bağlarını daima sağlamlaştırmayı kendisine ilke edinmiş bu büyük karikatürcü, o gerçekten hareket ederek eşsiz oyunlar kuruyordu bize. İnsanın olmadığı bir hayat düşünülemez. Hayat bizimle vardır. Biz yoksak hayat da yoktur. Bu var oluş hakikatini çok iyi bilen Latif Demirci, günlük bir gazetede izleyicilerini ve bir toplumun/insanlığın tamamını çizdiği karikatürlerde kurduğu oyunun elemanlarına dönüştürüyordu. Bizler bu defa izleyici olarak kendimize bakarken esasen kendimizin kurguladığı, oyuncusu olduğu bir oyunu seyrediyoruz. Bu kendimize ‘dışarıdan’ değil, bilakis içeriden bakmaktır. Latif Demirci her gün bizi sahneye taşıyor, bize bir oyun hazırlıyordu. O oyun gerçekten daha fazlasıydı.
Böyle bir kurmacayı ona sağlayan ana unsur muhayyilesiydi. Tanıdığım karikatürcüler içinde onun kadar ‘somut’, onun kadar gündelik gerçeği eksen alan çok az karikatürcü vardır. Latif Demirci müthiş inceliği (bu kavramı nezaket, zarafet, hassasiyet diye düşünmeliyiz) içinde ve ondan bir kez olsun ödün vermeksizin gündelik hayatın içindeki ‘öte-gerçeği’ yakalayan eşsiz bir imgeleme sahipti. Mizahın zekâyla ilişkisi çok iyi biliniyor. Zekânın kıvılcımı olmaksızın mizah olamaz, ancak kaba ve ilkel bir alay çıkar ortaya o koşulda. Ama Latif Demirci’nin karikatürü tek başına zekâyla açıklanamaz. Zekâdan fazlası vardı o karikatürlerde ve işte aradaki katman onun imgelemiydi ki, az önce değindiğim kurgulama tümüyle bu yetisinin uzantısıydı. Belki zekâ mizahı kurtarır ama eğer oyundan söz ediyorsak imgelem olmaksızın oyun yaratılamaz. Latif imgeleminin pırıltısıyla ve zekâsının durmayan kımıltısıyla her karikatürünü bir oyun sahnesi olarak biçimlendirip ‘mizansen’ini hazırlıyordu.
Latif Demirci çizerlik hayatında hiçbir zaman sert bir karikatürcü olmadı. Her zaman bir yumuşaklığı vardı. Geçenlerde eski bir mülakatını okudum. Bilmiyordum, meğerse marangozluğa büyük ilgi duyuyormuş ve eğer mizahçı olmasaymış bu mesleği seçermiş. Gittiği yabancı ülkelerde marangoz aletleri satan mağazaları gezip hiç bilmediği aletleri satın alırmış. Bu açıklamasını okuyunca karikatürleri gözümde başka bir ışıkla aydınlandı. Oyun ve sahne dediğim çerçeve şimdi bir marangozun elindeki kaba ahşap kütüğü incelikle kavrayıp dönüştürmesi anlamına geliyor benim için. Bir marangozun işi asla sert olamaz. Bir ayrıntı ve bir yuvarlama işidir marangozluk; eğip bükme, ekleme, kenetleme, bilhassa bütünleştirmedir, ama her şeyin pürüzsüz ve dikişsiz olmasını sağlamaktır aynı zamanda. Latif’in karikatürleri tastamam bu özellikleri taşıyordu. Her biri bir marangozluk ‘işi’ kadar hazırlanmış, emekle kotarılmış, yontulmuş, bütünlüğe kavuşturulmuş işlerdi. Tahtanın, ahşabın dönüştürülmesine benzer bir çaba göstererek Latif gündelik gerçeği yeniden yaratıyordu.
Hayat acımasız ve trajiktir. Tıpkı entropinin ikinci kuralının dengeyi esas olan dengesizliğin özel bir hali olarak sunması gibi mizah da bu trajiğin özel bir halidir. Latif Demirci, muhteşem hassasiyeti, inceliği, dikkati ve özeniyle günlük hayatın trajiğini komikleştirmeyi büyük bir beceriyle başardı. Ana maksadı ‘güldürmekti’ diyemem, güldürmenin ‘ucuzluğu’na, sıradanlığına alsa yüz vermedi, güldürmekle arasındaki entelektüel mesafeye daima özel bir dikkat gösterdi. Gerçeği başka bir kata taşırsa, özündeki çarpıklığı ortaya koyarsa ve hepsinden önemlisi, onları meydana getiren insani zaafları sergilerse mizahın kendiliğinden ortaya çıkacağına daima güvendi. Bu onun çok güçlü insan sevgisinden, hümanizmasından ve zekâsına, imgelemine güveninden kaynaklanıyordu. Fazlasını hiçbir zaman istemedi. Ama insan sevgisinin sıcaklığını da asla yitirmedi.
Ama biz Latif Demirci’yi yitirdik. Onu her gün büyük bir boşluk duygusuyla arayacağız. Her şeyin korkunç bir hoyratlığın, kabalığın, ucuzluğun elinde harap olduğu, tüm değerlerin yitirildiği, insan ilişkilerinin sonsuzca yozlaştığı bir dünyada Latif’in duyarlılığı, özeni, hayatı ve değerlerini çok önemsediği için ‘ti’ye alışını belki Latif’ten daha çok özleyeceğiz.