Latif Demirci’nin ‘Pandemili Korona’ kitabını dolduran, bazılarını daha önce gördüğüm karikatürlerini teker teker elden geçirip izlerken Shakespeare’in bir sözü aklıma geldi: “Soyulurken gülen adam hırsızdan bir şey çalmış demektir.”
‘Othello’nun birinci perdesinde edilen bu söz kadar Demirci’nin zekâ, gözlemleme gücü, yaratıcılık, bir öyküyü, sahneyi, durumu en çarpıcı ve gülünçlü şekilde anlatma yeteneğiyle dolu karikatürlerini anlatan başka bir cümle kurulamaz. Gerçekten de hayatımızı altüst eden, bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını duyuran corona virüsünün elinden, Schiller’in ‘Tanrılar alevi/kıvılcımı’ dediği neşeyi Latif Demirci’nin tıpkı Prometheus’un alevi onlardan çaldığı gibi kurtardığı bir gerçek.
Eşsiz bir kitap bu ve en önde gelen nedeni, Demirci’nin bir toplumun gündelik hayata yansıyan davranışlarını, düşünme şeklini, tepkilerini çok üstün bir sezgiyle yakalayıp gene ona göstermesi.
Gazetelerde ve dergilerde daha doğru ama eski deyişle ‘mevkute’lerde yayımlanan karikatürlerin yaratıcılarını bir noktadan sonra ‘chronicler’a dönüştürdüğü muhakkak. Türk
karikatür tarihi o türden büyük ustalarınızı unutmaz. Çocukluğumda yere uzanıp yazılarını sökmeye çalıştığım Akbaba çizeri Mim Uykusuz, sonra Nehar Tüblek, sonra Semih Balcıoğlu, sonra Kemal Gökhan Gürses, sonra Behiç Ak ve adını anamadığım diğer ustalar bize bir toplumun en derin yapısındaki çalkantıları, tepkileri, davranışları etkileyici bir mizahla vermiştir.
Böyle olmayanlar da var. Hayranı olduğumuz Sempé de mevkutelerde çizerdi ama pek öyle o gün yaşanan olaylarla ilgisi yoktu. Gene Le Monde’da yayımlayan Plantu kesinkes bir ‘günlükçü’dür ama onun en önde gelen ‘kötülük edebiyatçı’larından bile ileri saydığım Robert Crumb’ın çizimlerini anımsattığını yaratılarının da bir karikatürden beklediğimiz o ‘hoşluğu’ zaman zaman aştığını, fazla agresif olduğunu belirtmeliyim. (New York Times ise 2009’da aldığı bir kararla günlük karikatürlere son vermişti.)
Demirci ise bir gündelik gazetenin çizeri olarak ‘varlık nedeni’ni doğrulayan her şeyi tam kıvamına getirmiştir. Yukarıda belirttiğim özelliklerine ek olarak onun lezzetini, zevkini, tadını eklemeliyim. Yazının başında saydığım nitelikleriyle şimdi değindiklerim arasında elbette koyu ve katı bir ilişki var.
İRONİ YA DA ŞAKA DEĞİL, ‘İNCEALAY’İlk grupta saydığım özelliklerini eğer nesnel yetileri olarak alırsak bu karikatürün, şu son saydıklarım onun daha öznel boyutlarıdır. Ama tümü dönüp dolaşıp bir sarmalda bütünleşir: İncealay. Bu sözcüğü bitişik yazıyorum çünkü onu Can Yücel’in şiiri için de böyle kullanmıştım. (Metin Eloğlu’nun şiirini de aynı kavramla tanımlayabilirim.) İncealay sanıldığı gibi sadece ironi değildir. İroninin bizdeki gündelik mizah ve sokak mizahı kültürüne uyduğunu sanmıyorum. Onların dayanakları gene bizde, incealayın yanında ‘dalga geçmek’tir.
Aziz dostum Enver Ercan bahsettiğim yazımı okuduktan sonra Can Yücel’de yakaladığım ‘matrak geçme’nin veya doğrudan doğruya ‘matrak’ın gerçekten de ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştı. Şaka ise çok şaşırtıcı bir sözcük. Nişanyan Sözlüğü bu kelimenin Arapçada mutsuzluk, mutsuz olma haline denk geldiğini yazıyor. Sonra bugünkü anlamına nasıl dönüştüğünün bilinemediğini belirtiyor. Belki Farsçadaki ‘şuh’ sözcüğündendir diyor. Zaten şaka bana kalırsa daha çok tek yanlı bir edim: Şaka yapmak/yaptım. Oysa incealay veya matrak öyle değil. Bunlar dalga geçmeyle at başı gidiyor ve dalga geçmek, tadına varmaktır, tadını çıkarmaktır, eğlenmektir, karşıdakini (insan, nesne, durum) işin içine katmaktır. Biraz hatta bir meseleyi biraz daha fazla sündürmektir.
İronininse nesnel bir yanı var ve şakaya açılır. İngilizcede şaka karşılığı kullanılan ‘joke’ sözcüğüyse Latince ‘iocari’den türüyor ki, o da zaten ‘jest’ (aynı zamanda ‘spor’, ‘zaman geçirme’) anlamına geliyor. Evet, jestleri de seviyoruz ama onlarda incealayın, dalga ve matrak geçmenin lezzetini bulamayız.
Latif Demirci tastamam burada duruyor. Her şeyle dalga geçiyor, her şeyi matrağa alıyor. Ama dikkat ediyorum, şakaya vurmuyor. Tersine, şakaya vurmanın basitleştirici, zaman zaman ‘sıradanlaştırıcı’, hafifletici, üstünü örtücü yanından özenle kaçınıyor. Başarısının bir önemli nedeni hiçbir şeyin üstünü örtmemesi, biz göstermemeye, sezdirmemeye, saklamaya, gizlemeye çalışsak bile, onun elimizdeki meselenin üstünü açması, onu son derecede eğlendirici, gülümsetici bir şekilde bize yeniden göstermesi. Bize bizi sunması. Bütün gücü, şaşırtıcı bir gözlemle, müthiş bir sentez gücüyle birbiriyle ilişkisiz gibi görünen farklı birkaç olguyu, yaklaşımı, tutumu, tavrı, bazen sözü, deyimi üst üste çakıştırıp komik halimizi ortaya koymasıdır.
ZARAFETLE HİCVETMEK...Buna heccavlık diyebilir miyiz sorusunun yanıtı bende evettir. Latif Demirci hiç çekinmeden ama büyük zarafetle (ki, başarısının bir nedeni de budur) hicvetme görevini yerine getiriyor. ‘Pandemili Korona’yı dolduran karikatürlerin eğer en ciddi özelliklerinden birisi ‘gerçeklikleri’yse bu olguyu Demirci toplum hicvi için seferber ediyor. Baktığımız karikatürlerin hiçbirinde gerçeküstü bir yan yok. Hepsi somut karikatürler bunlar. Somutlukları günlük hayatın içinden derlenmiş, ‘hayat-ı hakikiye’ sahneleri olmalarından kaynaklanıyor. Ama Demirci’nin başarısı o ‘somut’ sahneyi yakalamasında ve nefis bir ‘jest’le bize yansıtmasında, iade etmesinde. O zaman söz konusu eylemin, edimin, sözün ne kadar ‘matrak’ olduğunu anlıyoruz. Demirci ‘dalgasını geçerken’ ortaya nefis bir hiciv koyuyor.
Son bir noktaya değinelim. Karikatür üstüne düşünenlerin sıklıkla vurguladığı bir diğer olgu ‘saçma’nın (absürd) önemidir. Karikatürcü bazen düşündürmek, bazen güldürmek için saçmayı bir enstrüman olarak kullanır. Bir toplum gözlemcisi, açıkça bir hümanist, bir ‘insansever’ olarak Demirci’nin dikkat çeken özelliklerinden biri, ele aldığı tipi asla açığa düşürmemesidir. Tersine ona derin bir hoşgörüyle yaklaşıyor, onu anlamaya çalışıyor, onu kabulleniyor ve benimsiyor. Demirci çizdiği insanları bütün kusurlarına ve ‘saçmalıklarına’ rağmen seviyor. Bu bakımdan saçmadan uzak duruyor. Gene de ‘absürd’ün yapıtlarında başköşede olduğunu belirtelim. Nedeni, Demirci’nin soğuk ve itici olabilecek absürdle uğraşmaması ama durumun kendi saçmasını yansıtmasıdır ki, değindiğim hicvin gene kurucu unsuru budur.
Sonunda elimizde nefis bir günlük var. Gerçekten de kitabın boydan boya kat edilmesi bize mart ayından başlayıp ikinci dalgayı beklediğimiz şu güne kadar devam eden kapanmanın ve açılmanın en güzel, en gülünçlü, en şaşırtıcı ve bize kendimiz üstünde düşünme olanağı veren sahnelerini sunuyor. Karikatürleri besleyen ve biçimlendiren alt orta ve orta sınıf insanları, lümpenler, dedeler ve nineler, torunlar, küçük yaşantılarını bazen kabullenmiş bazen reddetmeye çalışan insanlar, vurdumduymazlar, özentiler, şıklık meraklıları çarpıcı bir sevecenliğin içinden kavranarak önümüze getiriliyor. Biz bize bakıyoruz.
Demirci’nin kitabı en kapsamlı bir sosyolojik çözümlemeden çok daha güçlü şekilde belirliyor içinde yaşadığı toplumu. Üstelik şiirsel, üstelik gülümsetiyor, güldürüyor.
Uzun ve çok önemli Türk karikatür tarihinin en önemli isimlerinden biri Latif Demirci ve Demirci’nin korona hırsızından çok şeyler aşırdığı muhakkak!..
PANDEMİLİ KORONA
Latif Demirci
Doğan Kitap, 2020
136 sayfa, 29 TL.