Oluşturulma Tarihi: Şubat 03, 2023 09:03
İzmir’deki Folkart Gallery, ‘Ayasofya ressamı’ olarak anılan Türk resminin büyük ismi Şevket Dağ’ın Türkiye tarihindeki ilk kişisel sergisini ağırlıyor. Hazırlığı dört yıl süren ‘Zaman ve Mekânın Büyüsünde Bir Ressam: Şevket Dağ’ sergisinde aralarında sanatçının başyapıtı ‘Ayasofya İçi’nin de olduğu çeşitli koleksiyonlardan derlenen 60 eser yer alıyor.
Başta Ayasofya, Rüstem Paşa Camii olmak üzere dini yapıların ihtişamını, ilahi ışığını yansıtan ‘enteriyör’ (iç mekân) resimleriyle Türk sanatında müstesna bir yere sahip Şevket Dağ, “Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Güzel Sanatlar Akademisi, bugünkü Mimar Sinan GSÜ) katıksız öz evladıdır” Şeref Akdik’e göre ve ‘yegâne’dir. Zira Dağ, mensubu olduğu 1914 Kuşağı ressamları Çallı’lar, Feyhaman’lar ve Hikmet’ler gibi “Hiçbir yabancı memlekette resim tahsili yapmamış, çalışmamış, müze görmemiş ve her türlü tesirden uzak, kendisini yalnız Akademi terbiyesiyle sanatını en yüksek mertebesine ulaştırmış bir sanatkârımızdır. Bu bakımdan yegânedir.”
İzmir’deki Folkart Gallery, şu sıralar Türkiye tarihindeki ilk Şevkat Dağ sergisini izleyiciyle buluşturuyor; zira sanatçı, ilk ve son kişisel sergisini 1902 yılında İstanbul’da bir muhallebici dükkânında açmıştı. Hazırlığı yaklaşık dört yıl süren ‘Zaman ve Mekânın Büyüsünde Bir Ressam: Şevket Dağ’ başlıklı sergide büyük sanatçının çeşitli koleksiyonlardan derlenen 60 eserinin yanı sıra eskiz defterleri, paleti, şövalesi, boya kutusu, fotoğrafları ve birçok yazışması yer alıyor. Proje direktörlüğünü Fahri Özdemir, küratörlüğünü Özdemir Erdem’in üstlendiği sergide, Şevket Dağ’ın başyapıtı kabul edilen büyük ‘Ayasofya İçi’ adlı tablosu ile birlikte aynı tablonun daha küçük boyutlardaki iki versiyonu da izlenime sunuluyor.
“ÇOK ZOR OLDU AMA DEĞDİ”
Folkart Yönetim Kurulu Başkanı Mesut Sancak, Şevket Dağ’ın bilinen 250 eserinden yaklaşık 100’ünün kayıp olduğunu hatırlatıp ekliyor: “Biz bu sergi için 150 resminden 60’ını bir araya getirebildik. Çok zor oldu, çok emek verdik. Eserleri yakından görünce gerçekten emeğimize değdiğini hissettim. Bütün İzmirlileri, bütün Türkiye’yi bu sergiye davet ediyorum. Kaçırılmaması gereken bir sergi. Örnek vermek gerekirse ‘Ayasofya İçi’ eseri, 1943’ten beri aynı duvarda duruyordu. İlk defa burada sergileniyor. Birçok eser buna benzer hikâyeye sahip.”
Kafkasya’dan göç eden bir ailenin çocuğu olarak 1875 yılında İstanbul Fatih’teki Küçük Mustafa Paşa Mahallesi’nde doğan Şevket Dağ’ın resme ilgisi Unkapanı’ndaki dükkânında suluboya gemi resimleri yapan ‘Emin Baba’ lakaplı halk ressamı sayesinde başlar. Her seferinde kovulmasına rağmen dükkânın camına tüneyip hayranlıkla ak sakallı ‘Emin Baba’yı seyreden Dağ, ilk denemelerini evde kendi kendine yapar. Ortaokulun ardından yeni kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girer, burada Osman Hamdi Bey ve Salvatore Valeri’nin öğrencisi olur. Yetenekli ve disiplinli bir öğrencidir, 1897’de okulu birincilikle bitirir. Mezuniyetin ardından Evkaf’ta (Vakıflar İdaresi) memur olarak çalışmaya başlar. Ama resim yapmayı hiç bırakmaz. 1901’den itibaren ‘İstanbul Salonu’, daha sonraları ‘
Galatasaray Sergileri’ne düzenli olarak katılır. Resimlerini beğenen Osman Hamdi Bey, satın alarak ona destek olur. Katıldığı bazı uluslararası sergilerde özellikle ‘cami içi’ resimleriyle “Doğu’ya has eserler üreten fırça sahibi” olarak ilgi çeker, altın madalyalar kazanır.
“BENİ BEN YAPAN TEVFİK FİKRET’TİR”
Tevfik Fikret’in isteği üzerine 1909’dan itibaren Galatasaray Lisesi’nde resim öğretmeni olarak görev alır. “Beni ben yapan Tevfik Fikret olmuştur” diyecektir sonra... Öğrencisi Fikret Muallâ, anılarında Şevket Dağ’dan şöyle bahseder: “Pehlivan yapılı, zarif, iri gözlü ve pos bıyıklı idi. İlk dersimize girdiğinde; cebinden üç kurşunkalem ile bir çakı çıkarttı. Kurşunkalemin nasıl açılacağını ilk ders olarak gösterdi.” 1916’dan sonra uzun süre İstanbul Öğretmen Okulu’nda çalışır. Dönemin alışkanlıklarından farklı olarak öğrencilerini doğadan resim yapmaya teşvik eder.
Atatürk ve İsmet İnönü’nün isteği üzerine bir dönem Konya, iki dönem de Siirt milletvekilliği yapan Şevket Dağ, 1944 yılında Rumelihisarı’ndaki evine giden vapurda geçirdiği kalp krizi sonucu ölür; son sözleri “Niye telaş ediyorsunuz yahu, ölüm dediğin davul zurna ile gelmez. İnsanoğlu işte böyle ölür” olarak kayıtlara geçer.
“TOP PATLATSALAR UMURSAMAM”
1909’da Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alan, daha sonra Türk Ressamlar Cemiyeti adını alan bu kurumda uzun süre yöneticilik yapan Şevket Dağ, sanatına tutkuyla bağlıdır. İnsan selinin akıp gittiği Kapalıçarşı’nın orta yerine bile şövalesini kurup kalabalığa hiç aldırış etmeden, adeta transa geçmiş gibi resim yapar: “Ben bir tabloya başladığım zaman yanımda top patlatsalar, 77 mahallenin bekçisi etrafımı sarıp 77 davulu hep birden tokmaklasalar umursamam bile. İşime bakarım. Sanatta utanmak, sıkılmak, pısırıklık etmek mevzubahis değildir.”
Şevket Dağ, resim hayatının ilk dönemlerinde natürmortlar ve portreler yapsa da Ayasofya resimleri denince ilk akla gelen isimdir. Hayatının sekiz yılını sadece Ayasofya konulu resimler yaparak geçirir. Türk resminde “enteriyör”e (iç mekân) yoğunlaşan ilk sanatçıdır. Ayasofya haricinde çinileriyle ünlü Rüstem Paşa Camii de tuvale aktarmayı sevdiği mekânlardandır. Mekânlarda ışık ve gölge karşıtlığını kullanmakta ustadır. Kullandığı ışıkla dini mekânların kutsal atmosferini hissettirmeyi amaçlar. Eserlerinde çini sanatına, sedef kakma detaylı kapı örneklerine ve kültürümüze ait objelere özel önem verir. Onun ‘iç mekân’, anıtsal tarihi yapılar, İstanbul’un sokakları ve manzara resimleri mimari ve toplumsal bellek açısından da belge niteliği taşır.
ŞARK’IN HİSSİYATINI VERİYOR
Sanata merakıyla bilinen Halife Abdülmecit Efendi, 1919’daki ‘Galatasaray Sergisi’ni gezdikten sonra Şevket Dağ’la ilgili izlenimlerini şöyle aktarır: “Dinin ruha ne kadar keskin nüfuzu varsa, Şevket Bey’in tabloları da o nispetle bir kuvvete maliktir. Ruhu okşayan, nezih, latif kimliği ile Şark’ın hissiyatını, renklerine böylesine aksettiren başka bir ressama daha malik değiliz. Leonardo da Vinci senelerce sevgilisinin bir hafif tebessümünü tersim ettiği gibi, Şevket Bey de âsar-ı İslamiye’nin âşığı bir şairidir.”
Ressam Şeref Akdik de Şevket Dağ’ın dini mekânlara ilgisini “Bütün zevkini, sanat duygusunu camilerimizin, türbelerimizin ilahi haşmetini ifadeye, çinilerimizin harika renk ve motiflerini aksettirmeye hasretmiştir. O eski çinilere ve güzel dekoratif işlerimize hayran ve âşıktı” sözleriyle yorumlayıp kişiliğiyle ilgili şu tespiti yapar: “Temiz giyinir ve pek dürüst bir insandı. Her işi hesaplı idi. Neşeli ve şakacı idi. Hikâye anlatmayı severdi. Yaratılış itibari ile de çok kuvvetli idi. Hakikaten de Dağ gibi bir insandı.”
Hocası Osman Hamdi Bey’in klasik resim anlayışını benimseyen Şevket Dağ, mensubu sayıldığı 14 Kuşağı’nın Batı’da eğitim gören ressamlarının etkisiyle son dönemlerinde empresyonist (izlenimci) eserler verse de modernist akımların karşısında durur. Öğrencisi yazar Malik Aksel, şöyle aktarıyor: “Hele minareleri çarpık, kubbeleri yamrı yumru göstermeleri onun en zıddına giden şeylerdi. Modern bir resmi görünce herhangi bir Avrupa görmüş bir genç ressama dönerek ‘Anlat bakalım bunu bana!’ der, ona üst üste sualler sorardı.”
Şevket Dağ’ın anıtsal mekânların, camilerin içerisindeki ihtişamı ve ilahi ışığı yansıtan birçok resmin yanı sıra, dönemin İstanbul sokaklarını, Boğaz manzarasını belgeleyen eserini, az sayıdaki natürmortlarını ve etkileyici İzmir ‘Alsancak Garı’ tablosunu görebileceğiniz Folkart’taki sergi, bu büyük sanatçıyı daha yakından tanımak için bulunmaz fırsat.
‘
Zaman ve Mekânın Büyüsünde Bir Ressam:
Şevket Dağ’ başlıklı sergi, 21 Nisan 2023 tarihine kadar İzmir’deki
Folkart Gallery’de görülebilir.