Güncelleme Tarihi:
Birinci Cihan Savaşı’na dahil olduktan sonra cephelerde art arda alınan yenilgilerle dara düşen Osmanlı İmparatorluğu, çareyi gencecik evlatlarını askere alıp kısa bir eğitimin ardından cepheye sürmekte bulmuştu. 17-18 yaşındaki gençlerin apar topar savaşa yollanması halk üzerinde derin bir tesir bırakmış, (1315 doğumlu olmalarına ithafen) ‘Hey Onbeşli’ namıyla bilinen meşhur türkü işte bu delikanlılar için yakılmıştı.
17-18 yaşındaki bu ‘onbeşlilerin’ arasında belki de en genci olan Dürdali Karasan, 1902 doğumlu sıradan bir memleket evladı. Çocukluğu Kaş-Kalkan bölgesinde geçer. Savaşın kasvetli havası tüm memlekete çöktüğünden, babası Dürdali’yi okula göndermek hususunda tereddüt eder, nihayetinde komşu köydeki bir hocanın yanında eğitim almasına karar verilir. Karasan burada aldığı eğitimden hiç memnun kalmaz ve yılda üç kitabın okutulduğu çağdışı eğitimi yarıda bırakarak eve döner. Selanik’teki benzer hikâyeyi hatırlatır şekilde, o da modern eğitim görmek, dünyayı tanımak ve anlamak arzusuyla yanıp tutuşmaktadır.
15 YAŞINDA BİR ZABİT
Beklediği fırsat, Antalya’da Darülmuallimin Mektebi açılmasıyla ayağına gelir. Yalvar yakar babasını ikna eder ancak bu sefer de yaş sınırına takılır. Bu sorun da derhal mahkemeye müracaatla alınan yaş tashihi kararıyla çözülür. Dürdali Karasan okuldaki ilk yılında ailesini gururlandıracak derece başarılı olur.
Okuldaki ikinci yılına başladıktan bir hafta sonra, askerlik şubesinden gelen çağrı hayatını tümüyle değiştirecektir. Ailesini görmeye bile fırsat bulamadan ve yaşının 15 olduğunu da kimselere anlatamadan önce eğitim için İstanbul’a gönderilir, ardından Filistin cephesine sevk edilir.
Çocuk yaşta bir zabit. Emrinde askerleri, belinde meçi, tabancası. Bir makineli tüfek takımına komuta edecek, yedi düvele kök söktüren tam teçhizatlı İngiliz ordusuna karşı Osmanlı’nın şerefini savunacak...
Güney cephesinde vaziyet parlak değil. İngilizler kuzeye doğru kararlı ilerleyişini sürdürüyor. Osmanlı ordusunun çekilmek, yeniden cephe tutmak, direnmek ve tekrar çekilmekten başka çaresi yok. Zaten kitabın ismi de Dürdali Karasan’ın cephede karşılaştığı Cevat Paşa’ya yönelttiği naif “Paşam nereye kadar çekileceğiz” sorusundan geliyor. Genç Dürdali kısa sürede öğrenecek ki bu çekilmenin sonunu görmek için daha çok seneler beklemek gerekecek.
HAZİNE DEĞERİNDE...
İstiklal Harbi süresince Afyon bölgesinde görev yapan Karasan’ın bu günlere dair satırları; Kurtuluş Savaşı’nın hangi fedakârlıklarla kazanıldığına dair klişe sözlerin çok ötesinde, birbirinden ilginç ve sahici malumat içeriyor.
Savaşın sonunda İzmir’e giren ilk birlikler içinde yer alan Dürdali Karasan, üçüncü kez askere alındığı İkinci Cihan Harbi yılları haricinde hayatını ticaretle sürdürmüş ve 69’daki vefatından evvel iki dönem Kalkan Belediye Başkanlığı da yapmış.
İş Kültür Yayınları’ndan çıkan ‘Paşam Nereye Kadar Çekileceğiz?’, epey ender rastlanan türden bir hatırat.
Külliyatın çoğu, subayların ve generallerin kaleme aldığı, dolayısıyla karargâh gözüyle yazılmış eserlerden müteşekkil. Cephenin sıfır noktasından, sıradan asker gözüyle ve savaşın en yoğun döneminde bile disiplinle günü gününe kaydedilmiş bu hatırat, hazine değerinde. Üzerine bir de yazarın akıcı üslubu da eklenince henüz birkaç sayfa ilerledikten sonra okuyucu kendini Dürdali Bey’le zorlu bir yolculuğa çıkmış halde buluveriyor. Hatıralardaki samimiyet ve üsluptaki zarafet kitabın soluksuz okunmasını sağlıyor. Karasan’ın savaş sonrası maceralarının da epey heyecanlı olduğunu belirtelim.
Zor günlerden geçtiğimiz bu dönemde, 100 yıl öncesinden atılmış bu mektubu okumak bilhassa genç okuyucular için ilham kaynağı olacaktır kanaatindeyim.
CEVAT ŞAKİR EDİTÖRLÜĞÜNDE!
Dürdali Karasan’ın hatıralarının akıcı bir üslupta ve müthiş bir kurguyla yazılmış olmasının sırrı, Cevat Şakir Kabaağaçlı namı diğer Halikarnas Balıkçısı’nın dehasında gizli. Savaş sonrası ticaretle uğraşan ve işlerini İzmir’de yürüten Karasan, burada tanışıp ahbap olduğu Cevat Şakir Kabaağaçlı’dan çevirmenlik hizmeti alıyormuş. Karasan, cephede notlar halinde eski harflerle yazdığı hatıralarını yeni harflerle temize çekme işi için Kabaağaçlı’dan ricacı olmuş. Halikarnas Balıkçısı’nın metne ne kadar müdahil olduğunu tam olarak bilmiyoruz lakin akıp giden paragraflara bakınca sıkı bir editörlük yaptığına şüphe kalmıyor.
ÖZENLİ BİR ÇALIŞMANIN ÜRÜNÜ
‘Paşam Nereye Kadar Çekileceğiz?’ yalnızca Dürdali Karasan’ın satırlarından ibaret değil. Kitabı yayına hazırlayan Dürdali Karasan’ın torunu Şeref Karabağ, esaslı bir arşiv çalışmasının ürünü olan dipnotlar ve eklerle eseri hayli zenginleştirmiş. Kısa biyografilerle Dürdali Bey’in yolculuğu boyunca karşılaştığı önemli karakterleri okuyucuya tanıtan ve böylece İstiklal Harbi kadrosunun unutulmaya yüz tutmuş kahramanlarını da hatırlatan Şeref Karabağ, dönemin mühim hadiselerini de aktararak hikâyeyi bir çerçeveye yerleştirmekte başarılı olmuş. Bu incelikli ve kıymetli çalışma için Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları ekibi de tebriki hak ediyor.
ÇOCUK YAŞTA BİR SUBAY
Dürdali Karasan’ın hatıralarını okurken insan kimi zaman yazarın çocuk yaşta bir genç olduğunu unutuyor. Lakin öyle bir an geliyor, savaşın curcunasının ortasında Dürdali Karasan öyle bir hikâye anlatıyor ki gülümsemekten kendinizi alamıyorsunuz. Tadımlık bir örnek: “Düşman bizi topçu ateşiyle fena halde sıkıştırıyordu. Topçu tesirinden kurtulabilmek için önümüzdeki tepeyi aşmak zorundaydık. Tepenin yarısına geldiğimde yürüyemez derecede yorulmuştum. Gümüşhaneli İsmail Onbaşı bunun farkına varmış, koşarak yetişti, iki ayağımın arasına hemen başını sokarak beni havaya kaldırdı. Bu suretle yokuşa doğru tırmanıyor ve benim ağırlığım kendisine hiç geliyordu. Topçu ateşinin şiddetinden ara sıra yere yatmasını emrediyordum. Fakat o hiç dinlemiyor ‘Korkma efendim bize bir şey olmaz’ diyordu.”