Güncelleme Tarihi:
1975 doğumlu Amerikalı yazar Hugh Howey, ilk hikâyesini Amazon KDP (Kindle Direct Publishing) üzerinden yayımlayıp ilgi çeken bir yazar olana kadar ses teknisyenliği, çatı ustalığı, yat kaptanlığı gibi mesleklerde çalıştı; yazar olmak istediğinde ise bir kitapçıda... Kitapçıda geçirdiği günlerden sonra 2011-2013 arasında ‘Wool’ serisini Amazon KDP’de okurla buluşturdu. Howey’nin yarattığı bu bulanık distopya fantezisi insan ve toplum ilişkilerini, varoluşu ve gerekçelerini, insanın önlenemez merakını ve başkaldırısını enfes bir şekilde aktarmaktaydı. Distopik bilimkurgu örneği olarak eşsiz bir işti ‘Silo’ serisi. İlk yapıtında bu kadar dikkat çeken bir yazarın çıtayı bu kadar yukarı koyduktan sonra devamında neler yapabileceği tartışma konusu olmuştu. 2014’te ‘Kum’ serisinin ilk bölümü yayına girince bu spekülasyonlar yerini ciddi bir meraka bıraktı. Şimdi beş bölümlük ‘Kum’ serisi ve henüz çevrilmemiş ‘Beacon 23’ adlı yapıtlarıyla yeni usta olarak bakabileceğimiz bir yazar artık.
‘Kum’ serisi temelde toplum, aile ve toplum-aile ilişkilerini kurcalayan bir distopya. Dünya kumlar altında... Gezegenin başına tam olarak ne geldiğini bilmiyoruz, çünkü hikâyenin kahramanları da bu bilgiden yoksun. Dinmeyen rüzgârlar nedeniyle sürekli hareket eden, yer değiştiren, çöken kumların üstündeki yaşam koşulları hayli sert. Su kaynaklarını korumak için sürekli biriken kumları temizlemek, yakıt kaynaklarını ve pompalarını çalıştırmak için günlük çaba sarf etmek gerekiyor. En hayati meslek kum dalgıçlığı. Bilemediğimiz bir kum teknolojisi gelişmiş ve kum dalgıçları yüzlerce metre derinde kalmış şehirlere, kasabalara kum dalışı yaparak bir tür define avıyla geçinmekte. Bu kıyamet sonrası distopyasında her dalgıcın hayali, efsanevi Danvar kum batığını bulmak. Brock isminde bir mihmandarın iki dalgıç Palm (Palmer) ve Hap’le birlikte Danvar’ı bulmak için dalış anlaşması yapmasıyla açılıyor hikâye. Palm’ın dalış sırasında başına gelenler okuyucuyu da ürkütücü bir karanlığa sürüklüyor. Sonra Palm’ın ailesine ve kardeşlerine dönüyoruz. Devamında ‘kahramanın yolculuğu’ temelli alegorik (neyin alegorisi olduğunu okura bırakalım) bir hikâye akıyor.
Çok iyi bir hikâye ama biraz eksik hissettiriyor kendini. Israrla kumu sıvılaştıran ve beyin dalgalarıyla kullanılan teknolojiyi daha ayrıntılı öğrenmek istiyorsunuz ama yok. Su ve yakıt kuyuları var, çöl ortasında birtakım vahalar var ama yılan eti dışında yiyecek kaynaklarını da bilemiyoruz; lakin bira mayalayabiliyorlar, yani bir yerlerde bir tarım işleri olmalı. Çöl üzerinde kamplar ve kasabalaşmaya başlayan yerleşkeler ve bunların arasında bir ticaret ağı var ama ticaretin hangi kaynakların takasına dayalı yürüdüğünü de bilmiyoruz. Kaldı ki bilinmeyen bir teknolojiyle donatılmış, erişimi çöl insanlarına kapalı yasak şehirler var. Ay yerine Mars doğup batıyor, gezegende yörüngesel bir değişiklik olmuş ama bu aşırı soğuma getirmemiş; çölleşmeye sebep olmuş. Sürekli batıdan esen jet akımları dünyanın tersine döndüğünü söyler gibi (yani batı ve doğu yer değiştirmiş durumda) ama bu hava akımları insan yapımı da olabilir.
Howey, okuruna sıkmayan, temposu iyi ayarlanmış bir hikâyeyle birlikte üzerinde pek çok spekülasyon yapılacak yepyeni bir evren sunuyor. Yani bu evreni tutup detaylara boğmak veya işin bilimsel temelini yazardan sayfalarca beklemek gerekli değil. Kitabın bir paragrafının ışıldamasıyla yazarın bize esas aktarmak istediği mevzuya uyanmak çok keyifli bir okuma serüveni: “Dünyanın kapsamlı kuralları -lordların kuralları- ortadan kalkmıştı. Fakat her insanın kalbine yön veren basit kurallar yerli yerindeydi. Bunlar hiç değişmeyen kurallardı. Doğruyu yanlıştan ayırmak, hayatta kalıp başkalarının da kalmasını sağlamak, hatta belki işlere kahrolası bir el atmak...”
KUM
Hugh Howey
Çeviren: Cihan Karamancı
İthaki Yayınları, 2020
344 sayfa, 35 TL.