'Küçük bir evde, dip dibe ama uzak kız kardeşler'

Güncelleme Tarihi:

Küçük bir evde, dip dibe ama uzak kız kardeşler
Oluşturulma Tarihi: Nisan 01, 2019 12:12

‘’Hepsi, kendi köşelerinde biraz yalnızlar. Yan yanalar ama birbirlerine destek olamıyorlar aslında. Herkes kendi dünyasında sıkışmış gibi’’ diyor Burcu Aykar 'Ablam' filmine konu olan iki kız kardeş Ayşe ve Elif için... 15. Akbank Kısa Film Festivali'nde Ulusal Yarışma'da 'Ablam' ile En İyi Kısa Film Ödülünü kazanan Burcu Aykar ile filmini konuştuk.

Haberin Devamı

Kendinizden bahseder misiniz ? 
2000 yılından beri sinema yazarlığı yapıyorum. Aslında film yapmak çocukluğumdan beri istediğim bir şey ama hayat dolambaçlı yollardan getirdi beni bu noktaya. Psikoloji okuduktan sonra 'film kuramı' üzerine yüksek lisans yaptım. Filmler üzerine düşünmek, konuşmak, yazmak hayatı anlamlandırmanın en etkili yolu oldu benim için. Sinema dergilerinde editörlük, genel yayın yönetmenliği yaptım. 10 yıl önce Uygar Şirin ile birlikte 'Doğum' ve 'Ölüm' isimli iki kısa film yazıp yönettik. O günden bugüne, çeşitli aşamalara gelen ama çekilemeyen uzun metrajlı film projeleri üzerinde çalıştım. Hiçbir emeğin boşa gitmediğini düşünüyorum, sağlam bir öğrenme süreci oldu benim için. Nasıl bir senaryo yazmak, nasıl bir film çekmek istediğim konusunda kafam iyice netleşti. Sinema dergileri 'Altyazı' ve 'Se7en'a hala dışarıdan katkıda bulunuyorum. Uzun yıllar SİYAD üyesiydim ama film yapmaya karar verdiğimde dernekten ayrıldım.

Haberin Devamı

'Ablam' filmi nasıl ortaya çıktı?
Sevgili Elif Türkölmez’in 'Anne Kız, Harikasın' kitabındaki 'Ablam' hikâyesini ilk okuduğumda çarptı beni. Bir harf az ya da fazlası yok, o kadar duru ve etkileyici ki. Tek tek cümlelerinde, koca hikâyeler yüklü. Çok çarpıcı sinematografik anları var. Her şeyi açıklamaması, okuyana bazı ipuçları vererek kendi öyküsünü kurmaya izin vermesini çok ilham verici buldum.

Benim izlemeyi sevdiğim filmler de, tüm açık uçları toparlamaya çalışmayan, seyircinin de aktif olarak filmin yaratma sürecine katıldığı, izleyenin hayal gücünü kullanmasını teşvik eden filmler. Bu açıdan bir yakınlık buldum, bağ kurdum, etkilendim ve iznini alarak, Elif’in hikâyesinden yola çıkıp senaryoyu yazdım. Yürütücü yapımcımız Fatma Gökçe bunu gerçekleştirebileceğimiz konusunda beni yüreklendirince de yola çıktık. Şanslıydık, tam istediğimiz gibi harika oyuncular ve çok iyi bir ekiple çalışma fırsatını bulduk. Yüzden fazla kişi destek ve emek verdi filme. Başroldeki Devrim Eylem Şeker tam hayalimdeki küçük Elif’ti.

Küçük bir evde, dip dibe ama uzak kız kardeşler


Haberin Devamı

Filmi küçük kız kardeş Elif’in gözünden izliyoruz. İki kardeş var ama birbirlerine yabancılar...
Elif 10, ablası Ayşe 13 yaşında. Aralarında görünmeyen bir duvar var sanki. Adını koyamadığı bir şeyin ablasını kendisinden alıp götürdüğünü hissediyor Elif, ama duvarın ötesine ulaşamıyor. Başka kadınları gözlemlediğinde, en yakın arkadaşıyla konuştuğunda, önünde kendisini bekleyen bir dünya, bir bilinmezlikler denizi olduğunu seziyor. Annesinin şefkatine sığınıyor, ablasını kıskançlık ve hayranlıkla izliyor. Hem kendisine güveniyor, hem de korkular içinde. Sahneleri birbirine bağlayan biraz da bu bilinmezliğin uyandırdığı merak duygusu ve tedirginlik hissi. Elif’in merakı. Bilmediğimiz şey korkutucudur. Elif de kendisini bekleyen şeyi, aslında yanı başında, ablasında görüyor: Ergenlik, çocukluktan genç kızlığa geçiş. Bunun ne menen bir şey olduğunu anlamak için ablasına yanaşmak istese de, Ayşe uzaklaşıyor ondan. Annesi ise yolculuğun daha ilerisinde bir noktada. Hepsi, kendi köşelerinde biraz yalnızlar. Yan yanalar ama birbirlerine destek olamıyorlar aslında. Herkes kendi dünyasında sıkışmış gibi. Küçük bir evde, dip dibe ama uzaklar.

Film, teyp kasetlerin, walkmanlerin olduğu bir zamanda geçiyor. Filminize nostaljik bir hava vermişsiniz.
Öyküde yıl yok, ama walkman detayı var. Senaryoyu yazmaya başladığım anda benim için öykü 1980’lerin başında geçiyordu. Mutlaka ki kendi çocukluğum o yıllara denk geldiği için. Hem de, bugünde geçen bir hikâye yazmak şu an için pek cazip gelmiyor bana. İlerleyen teknolojiyle günlük hayatın, ilişki kurma biçimlerinin geldiği nokta bende bir hikâye anlatma isteği uyandırmıyor. Saatlerce ekrana bakarak geçirilen günler, sürekli dış gözler için yaşanan bir hayatta, kazılıp çıkarılıp anlatılacak bir durumdan ziyade hikâyesi ortada bir distopya görüyorum. Klasik anlamda bir olay örgüsü kurmaktan çok atmosfer yaratmak, içsel hallere odaklanmak ilgimi çekiyor. Bu yüzden de, dışa değil de içe bakarak yaşama olanağının daha fazla olduğu yakın geçmişe gittim filmde. Bunu hesaplayarak yapmadım ama bugün durup düşününce, bundan olabilir gibi geliyor.

Haberin Devamı

Bir de film, Elif’in yaşadığı bir yazdan zihninde kalan izlenimler gibi. Uçucu, tam olarak elle tutulamayan bölük pörçük ruh halleri, duygular... Çocukluğumuz bizde nasıl kalırsa, öyle. Sahneleri tasarlarken de, görüntü yönetmenimiz Barış Özbiçer’le kamerayı konumlandırırken de, bu hislerin peşinde idik. Mümkün olduğunca tüm duyulara hitap eden anlar yaratmaya çalıştık.

Küçük bir evde, dip dibe ama uzak kız kardeşler

Yaptığınız filmlerde referans aldığınız filmler ve yönetmenler var mı?
Lynne Ramsay’in 'Gasman' adlı kısa filmi önemli bir ilham kaynağı 'Ablam' için. Kelly Reichardt, Lucrecia Martel, Andrea Arnold’ın filmleri de, kadın karakterlerin güçleri ile hassasiyetlerini yansıtmaları ve günlük hayatın çok katmanlı zenginliklerini ortaya koyuşları açısından referans olan yapıtlar.

Haberin Devamı

Kelly Reichardt filmleri izleyiciyi adeta zamanı genişletmeye devam eder. Yönetmen sadelikle 'an'lara odaklanırken, izleyicinin ilgisi ister istemez o anın detaylarına yönelir. Bakılan alan daraldıkça, görülenler çoğalır. Sanki sahne izleyenin önünde katman katman açılır, onu derinliklerine davet eder. Bu küçücük hayat parçalarının her biri, yaşamın tüm zenginliğini taşır gibidir. Böylece 'an'lar büyür, zaman genişler. Benim izlemeyi sevdiğim ve yapmak istediğim filmler de böyle. Lucrecia Martel de izleyicisini pasif kılmıyor asla. “Bu budur,” demiyor. İlişkiler, duygular, ruh halleri hep bir 'aradalık'a işaret ediyor. Hiçbiri kalın çizgilerle tanımlanmadığı, sınırları muğlak olduğu için de film seyircide bir izlenim olarak kalıyor. Filmlerin bende yarattığı bu etkiyi, hayal etme özgürlüğümü elimden almamalarını seviyorum. Andrea Arnold tüm duyulara hitap etme konusunda çok yetkin. Lynne Ramsay iç dünyayı şiirsel bir şekilde görselleştirmede bir usta.

15. Akbank Kısa Film Festivali’nde Ulusal Yarışma’da En İyi Kısa Film ödülünün sahibi oldunuz. Başka festivallere de katılmayı düşünüyor musunuz?
Akbank Kısa Film Festivali güzel bir başlangıç oldu 'Ablam'ın yolculuğunda. Bize, çok iyi bir seçki içinde bir gösterim imkânı tanıdılar. Jüri filmimizi sevdiği için çok mutluyum. Başka ulusal ve uluslararası festival başvuruları da yapıyoruz. Şu an kesinleşen başka bir yer yok. Tabii ki, film ne kadar çok gösterilir ve izleyiciye ulaşırsa, o kadar memnun oluruz. 

Haberin Devamı

Önümüzdeki yıllarda sizi uzun metraj filmler yaparken görebilecek miyiz?
Dileğim o, çünkü bir filmi hayal etme süreci, parça parça bir araya gelişine tanık olmak, sette hep birlikte bir hayali gerçekleştirmek için uğraşmak, beni en mutlu eden şey.




BAKMADAN GEÇME!