Kötümserleri iyimserliğe zorlayan yıllar, 60’lar...

Güncelleme Tarihi:

Kötümserleri iyimserliğe zorlayan yıllar, 60’lar...
Oluşturulma Tarihi: Mart 08, 2018 17:25

Derya Bengi’nin ‘Dünya Durmadan Dönüyor/ 60’lı Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük’ kitabı, dünyayı ve kendini değiştirme gücüyle yaşanan o zamanları titizce cımbızlanmış ayrıntılarla, muazzam güzellikte belge, bilgi ve fotoğraflarla anlatıyor. Bengi’ye bağlandık, kitabın hikâyesini dinledik.

Haberin Devamı

“Bize bir baksana. İnanılmazız. Motosiklet ve hızlı arabalar kullanan, enteresan kıyafetler giyen, diyecek lafı olan, kendini dürüstçe ifade eden insanlardan söz ediyorum. Gelecekte insanlara çok güzel görüneceğimize inanıyorum...”Jim Morrison 60’lar için böyle diyor, sizce nesi en güzeldi? Kitaba başlama motivasyonunun o gördüğünüz güzellikten doğup büyüdüğünü düşünüyorum.
Tam tersine, ilk başlarda 60’lar ruhu denen şeyin artık bayatlamış olabileceği endişesi taşıyordum. Ama biraz derine dalınca teslim bayrağını çektim. 60’lı yıllar enternasyonalist, eşitlikçi, özgürlükçü ve misli görülmemiş ölçüde yoğun bir kuşak hareketine yataklık etti. İnsanın “Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu” diyesi geliyor. Bu büyülü gerçekçilik olmadan o yıllar anlatılamaz. ‘Gerçekçi ol imkânsızı iste’, ‘Hepimiz sakıncalıyız’, ‘Biz istenmeyenleriz’ gibi sloganlar etrafında muhafazakâr siyasal iktidarın kaleleri sarsılırken, asıl değişim geri dönülmez biçimde gündelik hayat alışkanlıklarında ve kültürde yaşandı. 

Dünya Dönüyor’, Marc Aryan’ın ‘Volage Volage’ından aranje edilmiş ve bu anlamda ‘yabancı’. Fakat Marc Aryan Malatyalı ve şarkı bu anlamda ‘yerli’. Kitaba isim koyarken, yerlilik-yabancılık meselesindeki fluluğa işaret etmek istediğinizi de söyleyebilir miyiz?
‘Dünya Durmadan Dönüyor’ ismini özellikle hız, zaman, hatta tıpkı matematik denklemindeki gibi ‘hız çarpı zaman’ vurgusuyla tercih ettim. Marc Aryan’ın bestelediği şansonlardan biri, ‘Atlıkarınca dönüyor, dünya durmadan dönüyor’ sözleriyle Türkçeye uyarlandı ve hit oldu. İlk bakışta kökü dışarda aranjman akımının bir örneği gibi gözüküyor ama aslında Aryan, topraklarından kovulmuş Ermeni bir ailenin evladı. Yani kökü içeride!
Savaşlar ve sürgünler bir yana, köyden kente, fakir ülkelerden zengin ülkelere hızla ekonomik göçün yaşandığı bir çağda içine kapanık bir yerlilikten ne ölçüde söz edilebilir? Köklerini unutmamak ama ona sığınmadan ufkunu açık tutmak 60’lı yılların bir öğretisi. 1969’da İstanbullu Cem Karaca, Maraşlı Âşık Mahzuni’nin ‘Doğu batı gâvur müslüm bir bana’ dizelerini rock formunda seslendirdi ve şarkı sağcı bir hukuk profesörü tarafından TRT’de yasaklandı: İşte yerlilik-yabancılık ve ilericilik-muhafazakârlık ekseninde 60’lı yılların mükemmel bir özeti.

Ve kitap/sözlük Ajda ile açılıyor. Başka biri düşünülemezdi 60’lar kitabının açılışı için, değil mi?
Evet, güzel tesadüf. Sahiden de Ajda Pekkan 60’ların müzikal alfabesinin ‘A’ harfidir, birçok şeyin başlangıcıdır. Bir tür kobay olarak kullanıldığını ya da kendini seve seve kullandırdığını düşünüyorum. Karnesinde Türkçe notu kırık. Çok alay edilmiş, gelen vurmuş giden vurmuş ama o hiç tınmadan buraya özgü sarışın, Avrupai, popüler bir kimliği kabul ettirmeyi başarmış.

Kötümserleri iyimserliğe zorlayan yıllar, 60’lar...

Altın Mikrofon, yeteneğini göstermek isteyenler için muazzam bir fırsat. Bugün de ses yarışmaları var ama Altın Mikrofon’un farkı neydi?

Altın Mikrofon bir yetenek yarışması olmaktan çok, Türk müziğine idealist bir misyonla yön vermeye çalışan öncü bir organizasyon. Batı müziğiyle Anadolu’yu buluşturmak istiyor. Gazete idarecileri havayı çok iyi koklamış. Zaten o günlerde Beatles ve Rolling Stones’la tanışan her genç iyi kötü bir gitar edinip kendi grubunu kurmuş. Onlar Afrika’yı, Hindistan’ı keşfe çıkarken, bizimkiler de kendini Erzurum, Muş yollarına vurmuş. Türkü düzenlemelerinin başlangıcının ‘Kara Tren’ türküsü olduğunu varsayarsak, tren hızıyla gitmekle yetinmeyen bu akım, Altın Mikrofon sayesinde jet hızıyla yayılmış.

Araştırma sırasında karşınıza çıkan ve dikkatimizi çekmesini istediğiniz bir şarkı oldu mu?
Güzel örnekler çoğunlukta, ama berbat bir örnek de var. Güney Afrikalı Miriam Makeba’nın meşhur şarkısı ‘Pata Pata’, Ülkü Aker’in sözleriyle, Rana Alagöz’ün sesinden ‘Dayak Cennetten Çıkma’ adıyla aile içi şiddeti meşrulaştıran bir şarkıya dönüşüyor. ‘Olur öyle şeyler / En son ne zaman tokatladı sizi? / Hadi saklamayın canım / Herkes dayak yer’ sözlerini işitince insanın kanı donuyor.

Haberin Devamı



Kötümserleri iyimserliğe zorlayan yıllar, 60’lar...

Derya Bengi

Politik bir kitap değil bu ama mesela Moda iskelesinden bahsederken artık açık olmadığı üzülerek vurgulanıyor. Gündelik hayat aslında bir biçimde tüm politikliğiyle ortada. Siz ne dersiniz?

60’ların ortasında Caddebostan, Moda gibi iskeleler ıskartaya çıkarılırken, bir yandan topluma adım adım Boğaz Köprüsü dayatması uygulanıyor. Bu aynı zamanda çarpık kapitalistleşmenin, çarpık kentleşmenin ilk on yılı. Yeşilçam’daki toplumsal gerçekçi filmlerin, tiyatroda ‘Keşanlı Ali Destanı’ gibi bir oyunun varlığına rağmen, gecekondulu insanların sorunlarını film seyreder gibi seyretmekten başka bir şey yapmayan, toprak reformu taleplerine kulak tıkayan siyasi irade ülkeyi çıkmaza sürüklüyor.

Memlekette aynı zamanda komünizm korkusunun pıtrak gibi yayıldığı yıllar. ‘Komünist Mozart’ maddesinde Ankara’da siyasi polisin Beethoven, Mozart, Vivaldi, Chopin’in plaklarını Sovyet orkestraları tarafından doldurulması gerekçesiyle toplattığı yazıyor mesela.
Türkiye Soğuk Savaş’ın cefasını çok çekmiş bir ülke. Sırf Nâzım Hikmet şiirlerinin yayın serüvenine göz atmak bile yeter. Nâzım şiirleri Türkiye’de ancak 1964’ün sonlarında ürkekçe yeniden basılmaya başladı. Amerika’da Pete Seeger ve The Byrds, Fransa’da Yves Montand 60’ların ilk yarısında birer ikişer Nâzım şiirlerini plak yaptı. Amerikan ve Fransız gençliği Nâzım besteleri dinlerken, buradaki gençliğin Nâzım’ın anadilinden tek bir beste dinleyememesi, bugünkü moda tabirle, dramdır. Ruhi Su sayesinde bu ancak 1969’da mümkün olabildi.

Ajda Pekkan bir gece İstanbul’dan Çorum’a film setine giderken şoförü ikna edip direksiyonu Ankara’ya kırdırıyor. Neden? Frank Sinatra’nın plağı çıkmış, onu alacak. Bu tutku, 60’lara özgü bir şey olabilir mi? Sanatçılarda, aşkla yapma hali var sanki o dönemde. Erkin Koray’ın size dediği gibi “uzayda bir elektrik hasıl olmuş” sanki. 
Jim Morrison ‘Dünyayı değiştirmek istiyoruz, hemen şimdi istiyoruz’ diye şarkı söylüyor. Veya Mick Jagger’ın ’Zaman benden yana’, Bob Dylan’ın ‘Rüzgarın nerden estiğini bilmek için meteoroloji mühendisine ihtiyacın yok’ dediği şarkıları var. Bunlar en kötümserleri bile iyimserliğe zorluyor. İster sosyoekonomik analizler yapalım, ister adını zamanın ruhu koyalım, isterse uzayda bir elektrik hasıl olmuş olsun, kendini ve dünyayı değiştirme güdüsü 60’larda hayatın bir parçası. Bazen bilinçle, bazen sezgiyle, kimse kendini bu güçten mahrum hissetmiyor.

Kitabı hazırlarken nasıl bir araştırma yöntemi uyguladınız? Dışarıda kalanlar dışarıda kalabilir mi, gönlümüz rahat etsin mi?
Aylarca eski gazetelerin, dergilerin, filmlerin içinde yaşayarak, oralardan müzikli hikayeler derlemeye çalıştım. Bazı olgular yeterince öne çıkmamış, satır aralarına gömülmüş olabilir. Eğer 70’li yıllara da çalışma olanağı bulabilirsem, 70’lerin ışığında 60’ların hikmeti biraz daha net ortaya çıkacak umarım.

DÜNYA DURMADAN DÖNÜYOR
Kötümserleri iyimserliğe zorlayan yıllar, 60’lar...

60’LI YILLARDA TÜRKİYE:
SAZLI CAZLI SÖZLÜK
Derya Bengi
Yapı Kredi Yayınları, 2018
392 sayfa, 80 TL.

BAKMADAN GEÇME!