Güncelleme Tarihi:
Tam adıyla Richard Arthur Warren Hughes, 1900’de, İngiltere’nin Weybridge şehrinde doğdu. Babası devlet memuruydu, annesi ise Jamaika’da büyümüştü. 1917’de, Şartrö tarikatına bağlı Charterhouse School’a yatılı öğrenci olarak girdi. Daha sonra Oxford’daki Oriel College’da eğitim görmeye başladı. Okulu bitirdiği yıl (1922) hem ilk şiir derlemesi yayımlandı, hem de kısa oyunu ‘The Sisters’ Tragedy’ Royal Court Theatre’da sahnelenmeye başladı. 1924’te, Hughes’un yazdığı ve tarihteki ilk radyo oyunu olarak bilinen ‘Danger’, BBC Radyo tarafından yayımlandı. Aynı zamanda gazetecilik de yapıyordu. İşi dolayısıyla dünyanın pek çok yerini dolaştı. Hem bu gezilerin hem de Jamaika doğumlu annesinden dinlediği hikâyelerin izlerini taşıyan ilk romanı ‘The Innocent Voyage’ 1929’da yayımlandı, ilk baskısından sonra Hughes bu romanının ismini ‘A High Wind in Jamaica’ (Jamaika’da Bir Fırtına) olarak değiştirdi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra hayatını senaryo yazarlığıyla kazanırken bir yandan da büyük bir üçlemenin hazırlığına girişmişti. Hughes’un ‘The Human Predicament’ ismini verdiği, 1920’lerden II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadarki süreci kapsayan ve bir kurmaca Avrupa tarihi anlatısı olan üçlemesinin ilk kitabı ‘The Fox in the Attic’ 1961’de, ikinci kitabı ‘The Wooden Shepherdess’ 1973’te yayımlandı. Hughes, üçlemesini tamamlayamadan 1976’da hayatını kaybetti.
CENNETTEN CEHENNEME
‘Jamaika’da Bir Fırtına’nın hikâyesi, 19’uncu yüzyılın ortalarında, köleliğin yasaklanmasından birkaç yıl sonra Jamaika’da başlıyor. Bu yasakla birlikte adadaki hayat da değişmiş, tarım plantasyonlarındaki üretim düşmüş, Avrupalı tüccar ve çiftçiler adadan ayrılmaya başlamış. Yasaktan birkaç yıl önce büyük umutlarla İngiltere’den gelen Bas-Thornton ailesi maddi zorluklara rağmen yaşamlarını Jamaika’da sürdürüyor. Ailenin çocukları ise hayatlarından memnun; her türlü baskıdan uzak, günlerini yüzerek, ağaçlara tırmanarak ve hayvanları yakalayarak geçiriyor. Ne var ki bu cennet tablosu çok uzun sürmeyecek. Önce büyük bir depremle sarsılır ada, ardından kuvvetli bir fırtına evleri de dahil olmak üzere her şeyi darmadağın eder. Bas-Thornton çifti, ada yaşamının çocukların geleceği için vaatkâr olmadığına karar verirler. Çocuklar İngiltere’ye giden bir geminin kaptanına emanet edilir. Onlara komşularının çocukları da katılmıştır. Yükü çocuklardan oluşan gemi yola koyulur:
“Ayva tüylü, çilli yüzüyle ve hiç bitmeyen enerjisiyle John. Kocaman palmiye şapkasıyla ve sıska, afacan, dimdik bedenini sımsıkı saran, rengi atmış önlüğüyle; ince, neredeyse ifadesiz yüzüyle; kamaşmasın diye kıstığı ama sanki kendilerine rağmen ışıldayan koyu gri gözleriyle ve sanki elle yontulmuş gibi duran harika dudaklarıyla Emily. Ve küçük Thorntonlar: Fare renkli, fare görünümlü -ama tatlı- Edward. Kısa, altın bukleli, şişko pembe suratlı (John’un renginin sulandırılmışı) Rachel. Ve son olarak, kalın kara kaşları, mavi gözleri, koca kafası ve fazla küçük çenesiyle, -sanki Yaratıcı Ruh ona ulaştığında kontrolünü biraz yitirmişçesine- üç kardeşin en tuhafı olan Laura. Uzun boyuyla (bir cücenin boyu ne kadar uzun olursa, henüz 13 yaşındaydı), köşeli beyaz yüzüyle ve karmakarışık saçlarıyla, özenilmiş gibi duran giysileriyle Margaret Fernandez. Gelişmemiş, kavruk bedeniyle tam bir İspanyol küçük beyefendisi olan kardeşi Harry.”
Bu sevimli çocukların İngiltere yolculuğu, gemileri korsanlar tarafından ele geçirildiğinde meçhul bir istikamete yönelecektir, elbette hayatları da... Korsan gemisinde birer maskot ve eğlence kaynağı muamelesi gören çocukların keyfi başlangıçta yerindedir. İplere, direklere tırmanırlar, gemiyi oyun yerine çevirirler, korsanların anlattığı hikâyelerle mest olurlar. Ne var ki yolculukları hep böyle sürmez. Özellikle de John, Emily ve Margaret için cennetten çıkıp gerçek dünyanın, erkekler dünyasının tehlikeleriyle tanışmanın zamanı gelmiştir. Bir süre sonra yolculuk hayatta kalma mücadelesine, korsanlarla aralarındaki bağ suç ortaklığına dönüşecektir...
Richard Hughes, ‘Jamaika’da Bir Fırtına’yı yazdığında henüz 29 yaşındaydı. Kitap, yayımlandığı yıllarda büyük tartışmalar yarattı. Kimileri çocukların eylemlerinin ahlak dışılığını, cinsel istismar çağrışımlarını uygunsuz bulmuştu. Buna karşılık Hughes’un romanının Victoryen ahlak kalıplarını cesaretle kırmasını övenler de az değildi. Günümüze gelindiğinde, 1998 yılında Modern Kütüphane’nin en iyi 100 İngiliz romanı listesine 71’inci sıradan giren ‘Jamaika’da Bir Fırtına’nın değeri herkesçe teslim edilmiş görünüyor.
‘PETER PAN’DAN ‘SİNEKLERİN TANRISI’NA...
William Golding’in ‘Sineklerin Tanrısı’na esin kaynağı olan ‘Jamaika’da Bir Fırtına’, özellikle yayımlandığı dönem düşünüldüğünde gerçekten de cesur ve çığır açıcı bir roman. Üstelik çocukların ahlaksızlığı meselesinin haklı bir suçlama olmadığını eklemek gerekir. Evet, çocukların davranışlarında kötücül hatta korsanlarınkinden daha vahşice yanlar var. Ancak çocukların iç dünyasının yetişkin gerçekliğinin dış dünyasından çok farklı olduğunun farkında Hughes. Buradan hareketle ahlakın henüz tesis edilmediği zihinlerde iyilik ve kötülüğün kaynaklarını arıyor. Hughes’un çocuk kahramanları ahlaki değerleri, doğru ile yanlış arasındaki farkı kavramaktan uzakta, doğal anarşik durumdalar. Masumlar. Roman çocukluğun ve masumiyet kaybının, aynı zamanda bu kayba direncin -duygusallıktan uzak- hikâyesi olarak okunabilir. Bu aynı zamanda çocuk masumiyetinin ahlaki iyiliğe eşdeğer olduğu inancının da eleştirisidir. Ahlaki iyilik ise tartışmalı bir alandır Hughes için.
Etik ve moral değerleri sorgulamasına rağmen ahlakçı bir kitap değil ‘Jamaika’da Bir Fırtına’. Okuyucuyu duygusal tuzaklara çekmekle ya da ‘iyi ve kötü’ arasındaki çatışmayla ilgilenmiyor. Hughes’un asıl meselesi insan doğasını ortaya koymak için ‘iyi ve kötü’nün ötesindeki gri alanlara ulaşmak. Bunu yaparken işin biraz kolayına kaçarak şiddeti ve trajik olayları kullanıyor Hughes. Şiddet anlarını ve trajik durumları hikâyeye beklenmedik anlarda dahil ediveriyor ve sonra çocukların bu anlar ve durumlar karşısındaki tepkilerine yoğunlaşıyor -çocukların iç dünyalarına ise neredeyse hiç yer vermiyor. Onların tepkileriyle bu tepkilere getirilen yetişkin yorumları arasındaki farkı işaret etmek istemiş sanki. Böylece, hikâyedeki çocukların ve yetişkinlerin etkileşimleri, trajik sonuçlar doğuracak bir dizi yanlış anlama ve yanlış yorumlama dizisi oluşturuyor. Meseleleri ağır belki ama okuması rahat ve akıcı. Öncelikle seyahat ve macera romanlarını sevenler açısından çok çekici; çocuklar, korsanlar, kediler, domuzlar, maymunlar, depremler, kasırgalar, sürprizler... Sonra, komik bir anlatıcı, şaşırtıcı ama güzel bir anlatım...
‘Jamaika’da Bir Fırtına’, ‘Sineklerin Tanrısı’ ile ‘Peter Pan’ın kesiştiği bir roman. “Basit bir anlatımın yıkıcı başyapıtı”...