Güncelleme Tarihi:
‘Yaşayan Ölümün Mekânları’ dediği şeyi analiz ederken Lâszló F. Földényi, ‘metafizik melankoli’, ‘metafizik soyutlama’ kavramlaştırmasını yapıyor. Földényi’nin eleştirel analize entelektüel katkısının bu noktada ortaya çıktığı söylenebilir. Metafizik kavramını, felsefi bağlamının yükünden sökerek, insanın mekân deneyiminin maddiliği üzerinden tanımlıyor. “Metafizik, ne rüya ne de uyanıklık, daha ziyade uyurgezerlik olarak adlandırılabilecek bir durum, uykuda uyanık olma hali, hülyalı olma halidir.” Bu hülyalılık melankolidir, metafizik bir trans halidir. Ona göre Chirico ile Kafka’nın yapıtları, bize böyle bir dünyanın tasarımını sunarlar. Chirico ile Kafka’nın yapıtlarında betimlenen melankoli hüzne, umutsuzluğa, nostalji veya kedere indirgenemez. Onlardaki melankoli, yapıtlarındaki nesnelerin, sanki ilk kez görünüyormuş ve hiçbir ön bilgisi oluşmamış olmasından, yaratılışın başlangıcına bakmaktaymış görünmesinden kaynaklanır.
Bu kavramla Földényi, hem gerçeklikteki yaşayan ölümün mekânlarını hem de Kafka ile Chirico’nun yapıtlarını analiz ediyor. Földényi, kitabın neredeyse finaline kadar, bir gerçeklik olarak yaşayan ölümle Chirico’nun eserlerindeki yaşayan ölüm arasında gidip gelir. Finalde birden Ottla Kafka’ya (Franz Kafka’nın en küçük kız kardeşi) odaklanır ve ‘Yaşayan Ölümün Mekânları’, birden Yahudi soykırımının, şehir planlama anlayışının sonucu olduğunu irdeliyormuş gibi görünür. Tam da bu bağlamda, kitabın adındaki ‘ve Diğerleri’ önem kazanır: Augustinus, Giorgio Martini, Botticelli, Albert Speer, Simmel, Canetti, John Keats, Hegel, Jeremy Bentham, Schopenhauer.
Földényi’nin analizi, Martini’nin ‘Mimari Manzara’ (1490) adlı resminin analiziyle açılır. Ona göre, eserdeki hareketsizlik hayret vericidir: “Her şey öylesine kusursuz düzenlenmiştir ki, insan bu şehrin insanlar tarafından inşa edilmemiş de, bir tanrı tarafından tasarlanmış olduğu izlenimine kapılır. Şehir tahrip edilemez ve bozulamaz bir görüntü verir; hiçbir doğal felaket, fırtına, deprem ve sel bu şehre zarar veremez gibidir.” Görünürde hiç insan yoktur. Ama bu, görünürde hiçbir insanın mevcut olmadığı anlamında değil, sanki insanın asla var olmadığı anlamındadır. Şehir, yaşamdan yoksundur, yaşayan ölümün mekânıdır. ‘Mimari Manzara’, Kafka’nın, Chirico’nun, Nazilerden sonra terk edilen Nürnberg Kongre Alanı’nın ön metni gibidir.
Földényi’nin kitabı 75 sayfa civarında ama oldukça sıkı bir metin. Diğer yapıtlarını da görmemiz gerekir ama ‘Yaşayan Ölümün Mekânları’ndaki yöntem, Giorgio Agamben’in biçemine benziyor. Bu biçemi, Byung-Chul Han da daha eksiltmeli bir biçimde geliştiriyor. Bu biçem, fikrin beyanından çok, konu edinilen olgunun betimlemesine, anlatıdan çok olguyla ilgili kavramın analizi üzerine kurulu bir biçem. Burada fikir dediğim şey, tez, sav örtük tutulmakta, yazar gördüğü sorunu anlatmaya değil göstermeye çalışmaktadır. Sorunsallaştırılan olgu, bilinen dizgesinden sökülerek, bağlamından soyutlanmakta, başka bağlamlardan sökülen olgularla birlikte, yazarın kurduğu sorunsalda yeni bir anlam kazanmaktadır. Kitabın tezi, metin içi göndermeler üzerine inşa edilir. Ayırıcı özellik, bu tür metinlerin, kurgunun ötesinde bir kurmaca yapı içeriyor olmasında.
‘Yaşayan Ölümün Mekânları: Kafka, Chirico ve Diğerleri’, bugün koronavirüs nedeniyle terk edilen şehir mekânlarında ortaya çıkan bir sorunu, ‘yaşayan ölüm’ sorununu konu edinmesi bakımından bir kâhin metin.
Földényi’nin özellikle ‘Melancholie’, ‘A fiatal Lukacs’, ‘Dostoyewski liest Hegel in Sibirien und bricht in Tranen aus’ ve ‘The Glance of the Medusa’ adlı çalışmalarının da Türkçeye çevrilmesi gerekir.