Güncelleme Tarihi:
Bildiğin Kafkaesk bir roman var karşımızda. Dedektif öyküsü gibi ilerliyor. Varoluşsal sorunların en tehlikeli dehlizlerine dalıyor. Üstelik kara mizahıyla da acı acı güldürüyor. Peki Doğu Yücel bu duruma ne diyor?
Kafkaesk zamanlardan geçiyoruz, ‘Dava’nın farklı versiyonlarını her gün gazetelerde okuyoruz. Aynı zamanda trajikomik zamanlardan da geçiyoruz, bu da romanın mizah dozunu etkilemiş olabilir. Önceki kitaplarımda da mizah vardı ama bu defa mizahı tüm metne yaymak istedim. Hikâye de buna müsaitti. Yazdıkça, Mitat karakteri açıldıkça mizah katlanarak arttı. Her bölüm bir ‘Seinfeld’ bölümü gibi olsun diye bir hedef koydum kendime. Dediğin gibi kitabın varoluşsal dertleri var, politik bir bakışı da var, her şeyin üstünde polisiye bir hikâye söz konusu ama komedi hiç eksik olmuyor.
İyi ki de olmuyor. Acı olaylar da ayrı bir derinlik kazanmış böylece.
Katılıyorum, işin içine espri katınca metnin okurun hafızasındaki kalıcılığı da pekişmiş oluyor, en azından mizah bende böyle bir etki yaratıyor.
Öte yandan fantastik kıyılarından uzaklaşıp suç edebiyatına bordaladığın da hissediliyor. Bu da acaba yaşadığı dönemin edebiyatçıya bir etkisi mi? Hadi daha açık sorayım: 15 Temmuz gecesi yaşanmasa bu roman böyle olur muydu?
Böyle olmazdı, ona şüphe yok. Çok garip aslında, Gezi olmasa ‘Güneş Hırsızları’ da öyle olmazdı. Her ikisi de o olayların öncesinde zihnimde dönüp duran hikâyelere dayanıyor ama yaşanan bu olaylar her ikisini de etkiledi. Bu yeni roman özelinde şöyle gelişti olaylar: Karakter zaten yıllardır aklımdaydı. Beceriksiz, yalnız bir karakteri anlatacağım kesin. Bu karakter kendini apartmanda yaşanan şüpheli bir olayın içinde bulacak. Peki ben bunu hangi zaman diliminde anlatacağım? Genelde romanlarım, yazılışlarının bir sene öncesinde başlıyor. E bir sene önce bu zamanlarda yaşadığımız gerçeklik ne? 15 Temmuz, olağanüstü hal, canlı bombalar, terör, mail kutumuza, WhatsApp’ımıza düşen “metro için bomba ihbarı varmış” şeklinde uyarı mesajları... Şimdi bu hikâyeyi bunlar yaşanmamış gibi anlatamam ki.
Riskli bir konu aslında...
Evet, riskli bir konu, hem edebi açıdan hem de diğer açılardan! Ama yazmak zorundaydım. Bir hikâye anlatmanın dışında günümüze ayna tutmak da yazarların sorumlulukları arasında.
2016 güzünde, 15 Temmuz şokunu atlatamamış bir apartmanda yaşayan, bir taraftan da varoluş sorunlarıyla cebelleşen bir adam... Aslında ‘Kim bu Mitat?’ diye soran bizzat Mitat’ın kendisi diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Mitat daha önce bu soruyu sormaya gerek duymamış çünkü kendine iş ile ev arasında rutinlerden oluşan bir fanus kurmuş. 15 Temmuz şoku onun fanusunda ilk çatlamaya neden olan olay. Çünkü ilk defa o gece kendisini tamamen güvende hissettiği evinde gerçek korkuyla tanıştı. Hepimiz bunu yaşamadık mı o gece? En güvende hissettiğimiz evimizin içinde çaresiz köşeye sıkıştık. Eviniz çatışmalara, sonik patlamalara yakınsa savaştan farksız bir gecede bulduk kendimizi. Dışarı çıkanlar ise tarifsiz bir dehşete tanıklık etti. Bu olaydan kısa bir süre sonra apartmanda yaşanan ölüm vakası Mitat’ın fanusunu kıran ikinci olay. Ne acı ki, hızla geçip giden, konforlu ve risksiz hayatlarımızda kendimizi tanıma fırsatı bile elde edemiyoruz. Böyle şoke edici korkunç olaylar sırasında tanıyoruz kendimizi. Mitat da roman boyunca yaşanan olaylara verdiği tepkilerle aslında kim olduğunu anlamaya başlıyor.
Memleket birbirine girmiş, bizim Mitat hâlâ şahsi bunalımlarıyla meşgul. Rammstein’ı biliyor ama komşusunun mevlidinde elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor. Bu anlamda Oğuz Atay’vari bir ‘Beyaz Türk’ hicvi mi yapıyorsun nedir?
Beyaz Türk hicvi dışında farklı kesimlerin de hicvi var. Ama tabii romandaki taşlamanın merkezinde yine Mitat var. Mitat yüceltilmiyor yani. Belki de en beterleri o. Dediğin gibi memleket birbirine girmiş, kendisi bir suç olayının şüphelilerinden biri, o hâlâ aşk meşk derdinde, küçük hesapların peşinde. İşin daha acayibi, kendini ne kadar düşündüğü de muamma. Çünkü en büyük krizinin ortasında ofiste ona verilen beyannameleri doldurması gerektiğini hatırlıyor, hiç sevmediği işini bile erteleyemiyor.
Öyle deme, arada memleketi de düşünüyor canım!
Düşünüyor elbette ama akşamları izlediği tartışma programlarıyla o ihtiyacını gideriyor sanki. O programları izlerken de uyuyakalıyor zaten.
Bu kitapta fantastik edebiyattan çok kara roman ve kara mizah tatları bulduğumun altını tekrar çizmek isterim... “Memleketin hali zaten yeterince fantastik” diye düşünmüş olabilir misin? Yoksa Doğu Yücel romancılığında yeni bir safha mı?
Sen de bilirsin, yeni bir romana başlarken bilinçli kararlar aldığımız söylenemez. Başka bir planımız varken birdenbire aklımıza bir fikir düşüyor, onun peşinden sürükleniyoruz. ‘Kimdir Bu Mitat Karaman?’da böyle oldu. Bir bilimkurgu fikrim vardı ama yıllardır da bu Mitat denen tip benimle. Bir noktada beni yazmalısın diye tutturdu. Tüm bu kategoriler etiket aslında. Borges, Babil Kitaplığı serisinde Melville’in Kâtip Bartleby’sinin fantastik olduğunu iddia eder, ben de öyle olduğunu düşünüyorum. Oysa en ufak fantastik unsur yoktur kitapta. Eğer Borges gibi bakarsak Mitat da Bartleby gibi fantastiktir. Hadi çık işin içinden!
Dediğin gibi, Mitat’taki o ‘Ay ben yapamam, beceremem...’ hali aslında onun konformizmi. Sıkıyı görünce gayet güzel aksiyon adamına dönüşüveriyor. Dedektiflik yapıyor, aidat topluyor, sevişiyor, hatta polise racon kesiyor! O zaman romanın ruhuna uygun bir varoluşçu soruyla bağlayalım: Yoksa insan dediğimiz de zaten bu mudur?
Evet, gerçekten buna inanıyorum, konforumuzu bozmamak için kendimizi beceriksiz kodluyoruz. Yalnızlık da öyle. Kitaptan yalnızlığı övdüğü sonucu çıkabilir ama aslında yalnızlık da konforlu alan kurma çabasının bir parçası. Kitaptaki tek gerçek yalnız bence Yıldız Hanım. Mitat ona özeniyor biraz. Zaten tüm bu beceriksizim, yalnızlığımı seviyorum ya da şöyle dürüstümdür, böyle melek gibiyimdir gibi kendimize koyduğumuz olumlu olumsuz tüm tanılar yalan dolan. Kendimize burç tahlilleri gibi karakter biçiyoruz. “İkizler olduğum için dengesizimdir” falan.
Gerçeklerden çok illüzyonlara meyilliyiz, evet.
Bu zorlama çerçeveler gerçek potansiyelimizi dar kalıplara hapsediyor. Sadece yazarların değil, herkesin içinde farklı farklı karakterler var. Mitat da var, Yıldız Hanım da, Ceylan da, hepsi içimizde bir yerlerde.