Güncelleme Tarihi:
Esrarengiz romanlar yazmayı seven Pascal Garnier, 1949’da Paris’te doğan Pascal Garnier, tipik bir Fransız işçi sınıfı ailesi içinde, Paris’te büyüdü. Genç yaşta okulu bırakıp dünyayı dolaşmak için evini terk etti, 70’lerde ‘rock’n roller’lara katıldı. 60’ı aşkın eser veren Garnier, 2010 yılında hayata veda etti.
‘Cennetteki Yeryüzü’, emeklilere güvenli, keyifli, dışarıya kapalı küçük bir dünya vaat eden Les Conviviales sitesinde başlıyor. Buranın ilk sakinleri, Sudre’ler (Martial ve Odette) 70’lerine yaklaşan, çocuksuz, her ikisi de emekli, orta sınıftan insanlar. Şimdi, sitenin bekçisi Bay Fletch’ten başka kimsenin bulunmadığı bu ıssız yerde, üstelik küçücük bir evde yaşamaktan hiç de memnun değiller. Neyse ki çok geçmeden bir başka emekli çift taşınır siteye; Marlène ve Maxime Nude.
Sudre’ler Paris’ten gelen yeni komşuları Nude’ları ‘kıyafetleriyle, arabalarıyla, mobilyalarıyla biraz hava atan tipler’ olarak değerlendireceklerdir. Marlene ve Maxine ise biraz taşralı bulmuşlardır Sudre’leri, hele ki sandaletini çorapla giyen Martial’ı! Ancak her iki taraf da kurulan arkadaşlıktan şikayetçi değildir. Tersine, ev ziyafetleri, kısa mesafeli kır gezileri, eğlenceli sohbetler her iki tarafın da hayatını renklendirmiştir. Bir müddet sonra siteye kendilerinden genç ve çekici bir kadının taşınması yeni bir enerji katar hayatlarına. Romanın şahıslar kadrosu, site sakinlerine hoşça vakit geçirmek için görevlendirilen animatör Nadine Touchard ile tamamlanır. Başlangıçta kendisine burada ne işi olduğunu soran Nadine, çok geçmeden diğerleriyle kaynaşmaya, hatta yaptığı işten hoşlanmaya başlayacaktır.
Kısa bir romanın uzun bir bölümü site ahalisinin sıradan hayatlarını anlatmaya ayrılmış. Olaysız geçen ama her bir karakterin içinde barınan bastırılmış arzuları, sıkıntıları, pişmanlıkları sergileyerek işlerin hiç de yolunda gitmediğini sezdiren ilk bölümün ardından ortaya çıkan tuhaflıklar bir gerilim vaadi yaratıyor. Mesela Lea tarafından reddedilen Maxime’in eşcinsellere duyduğu nefret, Marlene’in oğluna olan takıntısı, Martial’ın güçlü bir kişiliğe duyduğu hayranlık, Lea’nın bayılma nöbetleri ve Odette’in peşini bir türlü bırakmayan sinek... Düpedüz dengesiz değilse bile rahatsız edici bir atmosferdeyiz artık.
Çingenelerin sitenin yakınlarında bir yerlerde kamp kurduğu haberi, bardağı taşıran son damla oluyor. Les Conviviales’in güvenli duvarları saldırıya uğramıştır sanki. Nadine’in bütün uyarılarına rağmen diğerleri çingeneleri bir tehdit olarak algılarlar. Özellikle de Maxime; “Bu Çingeneler, tüm insanlığa duyduğu nefretin odak noktası olmak için tam doğru anda ortaya çıkmıştı. Ona göre Çingeneler, ekmeğini ağzından çalanlardı, Autosport dergisini okumasını engelleyenler, dişlerinin arasında bıçakla karısının oradan geçmesini ve ona saldırıp tecavüz etmeyi bekleyenlerdi.” Ve artık bir şeyler yapması gerektiğine inanan Maxime, karısına şöyle seslenecektir; “Git çabuk yatağın altından tabancamı getir.”
21. yüzyılın en önemli karakteristiklerinden birisi korkular. Yaşlanmaktan, hastalıktan, ölümden, gasptan, terörden, gözetlenmekten, dinlenmekten, işini kaybetmekten, terk edilmekten ve daha pek çok şeyden duyulan korkular... Hükümetler, kurumlar, reklamlar tarafından sürekli körüklenen bu korkular elbette bir güvenlik ihtiyacı doğuruyor. Kısacası özellikle metropollerde yaşayan insanların hayatları, buna bağlı olarak yeni bir kültür korku ve güvenlik sözcükleri etrafında şekilleniyor.
Pascal Garnier’in 'Cennetteki Yeryüzü' için seçtiği mekan olan güvenlikli siteler de bu kültürün bir parçası. Elizabeth Farrely’nin 'Mutluluktan Kaçış' adlı inceleme kitabında belirttiğine benzer duygular içinde yaşıyor Garnier’in kahramanları; “Bu sitelerde yaşayanlar, duvarların ötesindeki her şeyden bazen o derece korkuyorlar ki, şöyle bir çıkıp bakmaya bile çekiniyorlar. Müstahkem bir kale, kolayca bir hapishaneye dönüşebiliyor.” Aslında onlar güvenlikli sitelerinin yerleşik yabancılarıdır artık. İçeride olmaktan ne kadar korkuyorlarsa dışarıya çıkmaktan daha da çok korkuyorlar. Hiç farkına varmadan, konfor onlar için bir düşmana, sığınakları ise bir hapishaneye dönüşüyor.
Edebi tarzı çoğu zaman gerilim kurgu ustası Georges Simenon’unkiyle karşılaştırılan Pascal Garnier, güvenlikli sitelerin korku dolu lüks yaşamına hapsolmuş plastik ilişkileri anlatmış ‘Cennetteki Yeryüzü’nde. Varoluşsal kaygılarla boğuşan, kentlerin giderek tedirginlik veren hayatından yorulan, kendilerine sığınacak bir liman arayan ama asıl sorunun kendilerinde olduğunu göremeyen roman kişilerinin o trajik ana doğru ilerleyişini adım adım izlettiriyor.
Yazarlığının ilk dönemlerinde taşradan büyük kentlere göçen insanlara eğilen Garnier, ‘Cennetteki Yeryüzü’nde tersine bir göçü konu edinmiş, yani hikâyesini kentlerden kırsala giden insanlar etrafında kurgulamış. Bu temanın -uzun yıllar Paris ve Lyon’da yaşayan- Pascal Garnier’in hayatının son dönemini sessiz bir Fransız köyünde geçirmesiyle ilgisi çok açık. Karısı ve kızına göre Garnier kır yaşamına adapte olmakta zorlanmamış. Ne var ki belki etrafındakilere ilişkin gözlemleri belki de yaşadığı çağa ve insana dair bilgilerinin etkisiyle roman karakterleri için bir korku mekanına çevirmiş kırsal yaşamı. Buradaki beklentisizliği, yürek daralmasını, alışkın olunamayan özgürlüklerin kişiye verdiği ağırlığı çok iyi yansıtıyor.
Hikâyenin sonlarına yaklaştığımızda site ahalisinin birbirine duyduğu sevgi de güven de yiter. Site duvarlarının arkasına saklanarak, eline silah alararak savuşturmaya çabaladıkleri korku aslında dışarıda değil de içeride olandan, Çingene’lerden ya da eşcinsellerden değil kendilerinden duydukları korkudur; özellikle de gizemli, saklı, dişil yanlarından. Maxime’in Lea’nın eşcinsel olduğunu öğrendiğindeki öfkesi tam bu dişillik korkusundan kaynaklanır; “Bir lezbiyen eksikti! (...) Sevici işte! Pis sevici! Bu boktan çöplükte ev satın almalarının tek nedeni, komşularının belli bir ahlaki seviyede olacağının, yabancıların olmayacağının, kedi ve köpeklere izin verilmeyeceğinin ve çocuk ya da torunlara yılda sadece 15 gün ziyaret izni verileceğinin garanti edilmesiydi. Eğer lezbiyenlere izin veriliyorsa, yakında ibnelere de izin verirlerdi herhalde!”
Modern kent insanının içinde saklanmış patlamaya hazır bir öfke, kendisi gibi olmayanlara duyduğu nefret, ‘Cenneteki Yeryüzü’nün başlıca gerilim öğesi. Garnier, bu öğeyi büyük bir ustalıkla yoğuruyor ve sürrealist bir finalle noktalıyor romanını. Kara bir mizahın eşlik ettiği, soğuk, tedirgin edici ve güzel bir kısa roman...
Cennetteki Yeryüzü
Pascal Garnier
Çeviren: Melisa Leclere Muratyan
Kafka Yayınları, 2019
144 sayfa, 18.50 TL.