Güncelleme Tarihi:
Ayşe Kulin’in son romanı ‘Kördüğüm’, Hümeyra’nın sesinden aşina olduğumuz o şarkının dizeleriyle başlayıp, öylece de akıyor. İlk bölüm: ‘Öyle Uzak ki Yerim Uzakları Aşıyor’dan sonra ‘Bütün Özlediklerim Benden Ayrı Yaşıyor’ geliyor. Ve şarkıyı bilenler kalan bölümlerin adlarını elbette tahmin edebiliyor: ‘Ya Her Şeyim Ya Hiçim/Sorma Dünyam Ne Biçim/Bir Kördüğüm ki İçim, Çözdükçe Dolaşıyor’. Bu tabii, esas olarak bir Hümeyra şarkısı değil, bir Şevket Rado şiiri. Müsebbibi, yazarın romanına koymayı tercih ettiği ismin yarattığı kısmet olsun, Rado’yu okuyun. Kendisi, şiirinin popüler bir şarkıya dönüşmesi hasebiyle, en başta şair olarak anılsa da derin fikir yazıları, koleksiyonerliği ve radyo programcılığıyla da bilinen, iyi işler yapmış, kıymetli bir insandır. Orhan Pamuk’un eniştesi (teyzesinin kocası) olması sebebiyle, Pamuk’un yarattığı en popüler karakterlerden Celal Salik’in vücut bulmasında payı olduğu da söylenir. Kim bilir!
Bu arada, Kulin’in romanında ilerleyen bölümlerde bir yerde, bu şarkı bir şekilde dinleniyor. Ana karakterimiz ve polis koruması Nurten (30’lu yaşlardalar), Silivri’deki dağ evinde şarap&makarna gecesi yapıp, telefondan müzik dinlerken ‘Kördüğüm’ çalmaya başlıyor. Ama Sertab Erener yorumuyla. Yazar, “Gençler Sertab’dan dinler” diye düşünmüş herhalde ama yoo, ‘Kördüğüm’ü Hümeyra’dan dinliyoruz elbette.
Neyse, romana dönelim.
Özel bir psikiyatri kliniğindeyiz. Kim olduğunu, nerede yaşadığını, oraya nasıl geldiğini, adını falan bilmeyen genç bir kadınlayız. İlk tedavisini gördüğü hastanede, hemşireler tarafından, kendini hatırlayana kadar, çok yaratıcı bir ‘kullan at’ isim takılmış kendisine: Gizem. Gizem’in, kliniğin sahibi Orhan Hoca ile ve ara sıra gelip kendisini sorgulamaya çalışan Komiser Vural’la konuştuklarından anlıyoruz ki, genç kadın bir trafik kazası geçirmiş. Gecenin karanlığında, bir ara sokaktan koşa koşa ana yola fırlamış ve gördüğü son şey, müthiş güçlü bir ışık, yani araba farları, olmuş. Gerisini berisini hatırlamıyormuş. Kadını bu kliniğe, kendisini tedavi eden doktor Cemil getirmiş, Orhan ve Cemil çocukluk arkadaşıymış, Orhan Cemil’i kıramamış.
Zaman geçtikçe, geçmişiyle ilgili bilgi kırıntıları hatırlayan hatta anneannesiyle yaşadığı evi bile bulan Gizem, yavaş yavaş o gece ve ondan öncesinde neler olduğunu çözerken, Gezi olayları sırasında tanışıp sevgili olduğu gazeteci Tarık’ın, nasıl bir işe bulaştığını ve kendisini de bulaştırdığını da anlamaya başlıyor.
Romanda, IŞİD, FETÖ, PKK, kitaptaki gibi dersek “kimden taraf olduğu bilinmeyen, ocu mu bucu mu yoksa öcü mü olduğu anlaşılamayan, ekose gömlekli sivil polisler”, çipler içinde çok gizli bilgiler kaçıran gazeteciler, onları tehdit eden örgütler gibi, Türkiye’nin güncel siyasal durumuna dair ne varsa hepsi bir şekilde temsil ediliyor. Kurgusal bağlantılarında da sorun yok, ki gerçeği çok daha karmaşıktır, eminim. Ama her şeyi ortalama 300 sayfalık bir romanda anlatmaya kalkınca o iş biraz, hani her şeyden az az bilen ama hepsinden hararetle konuşmak isteyen, iyi niyetli ve ama insanı içinden sussun diye dua ettiren arkadaşlar vardır, işte onların durumuna dönüyor. Yine de, bir sürü insan, yalan dolan bağlantılarla içerdeyken, KHK’larla bir anda işsiz, aç kalırken, her şey işte açık açık ortadayken, ama hiç kimse konuşamıyorken, bu romana ‘cesur bir roman’ derim ben. Cumhuriyet resepsiyonunda ballı süt içilen ülkenin, ana karakterinin polis korumasıyla oturup şarap içtiği bir roman nihayetinde...