Güncelleme Tarihi:
Fantastik ve bilimkurgu edebiyatın feminist kalemi Ursula K. Le Guin... Hayallerinden yola çıkarak hayaller kurduran yazar, fantastik ve bilimkurgu camiasının en önemli kahramanı.
Birbirleriyle bağlantılı 12 öyküden oluşan ‘Denizyolu’, Oregon’un Klatsand adlı küçük bir sahil kasabasında geçiyor. 2018’de kaybettiğimiz Le Guin, kumlara yazılı sözcüklerden bir dünya kurduğu kitabında, kimi zaman günlük hayatın es geçilen ‘anlarını’ aktarırken; kimi zaman da gerçekliğin sınırlarını zorlayan olaylarla okuru şaşırtıyor.
Gerçekliği ve kendini var etmek isteyenler, yardım eli bekleyen arkadaşlar, anlamını yitiren sözcükler, yepyeni kavramlar, dalgaların kumlara yazdığı yazılar, anneler ve kızları, kendini arayan -bazen de bulan- kadınlar ve daha nicesi bu küçük sahil kasabasında buluşuyor. Tanıdık mekânlar, iç içe geçmiş aile ilişkileri, tekrar eden isimler ve soyisimler ise Klatsand’ın sosyal dokusunu ve gerçekliğini yansıtan detaylar olarak dikkat çekiyor. Birbirini izleyen öyküler arasındaki bu geçişler kimi zaman okuru zorlasa da Klatsand sakinlerinin hayatları hafızalarda yer etmeyi başarıyor.
Klatsand kasabası bu öykülerin ‘görünen’ başkahramanı. Ancak yine her öyküde karşımıza çıkan kadınlar, gerek söylemleri gerek yaşam tarzları gerekse geçmişleriyle öykülerin esas kahramanları oluveriyor. ‘Söyleyecek sözü olan’ bağımsız ve sorgulayıcı bu kadınlar, Le Guin’in kalemiyle her seferinde şaşırtmayı başarıyor.
Başrol Doğa ve Kadınların
Kitap, ‘Köpük Kadınlar, Yağmur Kadınlar’ öyküsüyle başlıyor. Bu tek sayfalık öykü, doğa ile kadınları uyumlu bir şekilde eşleştiren Le Guin’in okuruna sonrası için ipucu veren bir ‘merhaba’sı.
İkinci öykü ‘Neta Pruva’, derme çatma kulübelerden oluşan bir motelin neredeyse tüm sorumluluğunu alan Rosemarie’nin hayatından bir kesit sunuyor. Uzun yıllardır devam eden evliliğin kahramanlarından biri olan Rosemarie, hapsolduğu işler arasında kurmak istediği bambaşka bir dünyanın hayaline kapılıyor ve kendine yeni bir arkadaş buluyor. ‘El, Kupa ve Deniz Kabuğu’ isimli öykü, ünlü bir eğitim teorisyeninin ölümünün ardından yaşlı eşi ile röportaj yapmaya gelen bir asistanın maceralarını aktarıyor. Öykü, kadınlar ve erkekler üzerinden önemlilik, var olma, güç gibi kavramları sorgulatıyor.
‘Çapraz Bulmaca’, küçük bir kız çocuğu iken üvey babası tarafından tacize uğrayan Ailie’nin kaybettiği annesiyle hesaplaşmasını anlatırken; ‘Gömütler’, “Yaşadığımız şeyleri ifade edecek sözcükler yok” diyerek günümüzün içi boşalan ya da boş yere doldurulmaya çalışılan kavramlarını düşündürüyor. Kitaptaki en uzun hikâye olan ‘Hernes’ ise 1890’lardan günümüze dört kadının hayatını anlatıyor. Doğrusal olmayan bir kronolojik sırayla aktarılan hikâyenin başrolünde anneler ve kızları ve elbette Klatsand yer alıyor.
Ursula K. Le Guin, 2015 yılında verdiği bir röportajda “Yazdığınız kitaplardan en sevdiğiniz ya da sizin için en anlamlı olan hangisi?” sorusuna “Herhangi bir favorim yok; ancak ‘Denizyolu’, ‘Lavinia’ ve ‘Sesler’ kitaplarım diğer eserlerime göre daha gözden kaçmış gibi hissediyorum” şeklinde bir cevap vermiş. ‘Denizyolu’nun, yazarın başucu eserleri arasında kendine yer bulması belki o kadar kolay olmayacak ancak yazarın da dediği gibi ‘gözden kaçırılmayacak’ kadar değerli olduğu kesin.
Son olarak, Le Guin’ in ‘Denizyolu’ndaki öyküleri dalgalar, deniz sesi, kum tepeleri kadar gerçek. Bu küçük sahil kasabası ve doğayla iç içe geçen kadınlar -Le Guin’in her seferinde başardığı gibi- okurunu bilmediği diyarlara, hiç kurmadığı hayallere davet ediyor.
Denizyolu
Ursula K. Le Guin
Çeviren: Çiğdem Erkal, Aysun Babacan
256 sayfa, 36 TL.