Güncelleme Tarihi:
Gaston Leroux, 1868’de Paris’te doğmuştu. Hukuk eğitimi aldı. Avukatlığın yanı sıra gazetecilik mesleğini de sürdüren Leroux, politika alanında da aktif roller üstlenen bir yazardı. O dönemde Fransa’yı çalkalayan Dreyfus davasında Emile Zola’nın yanında saf tutmuştu. Yazarlık kariyerine 40 yaşındayken yazdığı ‘Sarı Odanın Esrarı’yla başladı. Çözümleyici rolünü gazeteci Rouletabille’ye verdiği roman, önce dönemin popüler dergisi L’Illustration’da tefrika edildi, 1907’de kitaplaştırıldı. Erol Üyepazarcı’dan aktararak sürdürelim; “Leroux, ‘Sarı Odanın Esrarı’nı Rouletabille merkezli bir dizinin ilki olarak tasarlamıştı. Nitekim hemen ardından ilk olaydaki karakterlerin hayat hikâyelerini kaldığı yerden izleyen ikincisini yazdı; ‘Siyahlı Kadının Kokusu’. Bu iki romanla genç gazeteci Rouletabille’nin hayatındaki sırlar da çözülmüştür. Sonraki Rouletabille maceraları kahramanının detektiflikten ziyade gazetecilik kimliğini öne çıkaran türdendirler; ‘Rus İhtilalcileri Arasında’, ‘Perili Koltuk’, ‘Krupp Fabrikası’nda Bir Fransız Casusu’.” 1909’da gotik edebiyatın unutulmaz klasiği ‘Operadaki Hayalet’i yazan Leroux, ilerleyen yıllarda arkadaşlarıyla birlikte bir film şirketi de kurmuştu. 1927’de Nice’te hayata veda etti.
ŞEYTANİ BİR VAKA
Hikâyenin anlatıcısı avukat-gazeteci Bay Sinclair, 15 yıl önce Paris’i heyecana boğan bir suç vakasının gazete kupürleriyle başlıyor söze: “25 Ekim 1892 tarihinde, Temps gazetesinin son baskısında şöyle bir yazı göze çarpıyordu: Épinay-sur-Orge’un yukarısında, Sainte-Geneviève Ormanı kıyısında yer alan, Profesör Stangerson’a ait Glandier Şatosu’nda dehşet verici bir suç işlendi. Gece vakti, ev sahibi laboratuvarında çalışırken, laboratuvara bitişik bir odada dinlenmeye çekilen Matmazel Stangerson’ın canına kastedildi. Doktorlar Matmazel Stangerson’ın sağlık durumu hakkında bilgi vermiyor.”
Baba-kız dünyanın önemli biliminsanları arasında oldukları için haber uluslararası düzeyde sansasyona yol açmıştır. Ama işin asıl şaşırtıcı yanı saldırının nasıl gerçekleştirdiğinin bir türlü çözüme kavuşturulamamasıdır. Zira odanın kapı ve pencereleri içeriden kilitlidir ve ‘Sarı Odanın Esrarı’na tarihi önem kazandıran da işte bu muammanın ta kendisidir. Söz konusu önem nedeniyle muammayı tanık ifadeleriyle biraz daha ayrıntılandırmak gerekebilir: “Durum felaketti! İnsan aklını kaçırabilirdi. Odanın hem kapısı ‘içeriden’ kilitli hem de varolan tek pencerenin kepenkleri ‘içeriden’ sürgülüydü; kepenklerin dış tarafındaki, aralarından kol sığmayacak kadar dar çubuklardan oluşan demir parmaklıklara dokunulmamıştı.” Ve içeride yerde yatan kadından başkası yoktur. Öyleyse, “Bu adam içeriye nereden girmiş olabilirdi? Hem sonrasında nereden sıvışmıştı? Unutmayın ki mösyö, ‘Sarı Oda’da baca bile yoktur. (...) Kepenkleri kapalı ve demir parmaklıkları olduğu gibi duran pencereden de kimsenin kaçması mümkün değildi. O zaman? O zaman... Ortada şeytani bir şeyler döndüğüne inanmaya başladım.”
Joseph Rouletabille adlı -henüz 18’ini yeni bitirmiş- genç gazeteci, bu şeytani vakayı takip etmeye koyulur. Soruşturmayı yürüten ünlü polis şefi Frideric Larsan’a yardım etmek ister ama Larsan hayal kırıklığı yaratacak şekilde geleneksel polis yöntemlerini izlemekte, suçu en akla yatkın şüphelinin üzerine yıkmaya çalışmaktadır. Oysa Rouletabille, hem eldeki kanıtları tümdengelimci bir yöntemle değerlendirecek hem de içgüdülerinin sesini dinleyecektir. Aslında çözüm hiç de uzaklarında değildir...
POLİSİYENİN ÖNCÜLERİNDEN
‘Sarı Odanın Esrarı’nda E.A. Poe’nun ‘Morg Sokağı Cinayeti’ ve A. Canon Doyle’un Sherlock Holmes’unun etkisi çok açık. Zaten Leroux da roman içinde bu yazarlardan söz ediyor. Ama kendisini bir adım öne çıkarmayı da ihmal etmiyor: “Hakikat şudur ki, ne gerçek dünyada ne de hayal âleminde, ne ‘Morg Sokağı Cinayetleri’nin yazarı Poe’nun izinden gidenlerin ne de Conan Doyle müritlerinin icatlarında, ‘Sarı Odanın Esrarı’ndaki ESRAR ile karşılaştırılabilir özellikler yakalamak mümkündür.”
‘Sarı Oda’nın Esrarı’, Poe ve Doyle’un açtığı yolu izleyen ama onlar kadar analitik yöntemler kullanmayan, daha enerjik bir dedektif tiplemesiyle sokaklara da yakın duran bir polisiye. Bu yönüyle kendisinden sonraki kuşağa, yani polisiyelerin altın çağ ustalarına esin verdiğini söylemek abartılı olmaz. Mesela Agatha Christie ‘Hayatım’ adlı otobiyografisinde ona ilham veren ya da yol gösteren yazarları ve kitapları sıralarken ‘Sarı Odanın Esrarı’na özel bir parantez açacaktır: “Bu özellikle insanı şaşırtan romanlardan biriydi; iyi kurgulanmıştı... İnsan, ipuçlarının romanın içine dikkatle gizlendiğini görebiliyordu. Bu kitaplardan ilham alıp bir detektif hikâyesi yazmayı deneyeceğimi söyledim.”
Sadece muammaya odaklanan bir roman değil ‘Sarı Odanın Esrarı’. Dedektif romanları tarihinde macera ve melodram ağırlıklı hikâyelerden romanın değerinin muammasının karmaşıklığıyla ölçüldüğü dönemler arasında bir geçişi işaret ediyor. Gaston Lerouz önce karmaşık bir muamma kurgulamakla uğraşmış, okuyucuyu da karmaşıklığa ikna edebilmek -biraz da sanatını sergilemek- için mimari krokiler bile çizmiş. Giriş bölümü gerçekten ilgi çekici ve merak uyandırıcı. Ne var ki saldırının nedenine gelindiğinde Poe’nun analitik çözümlemeleri yerini Emile Gabariau geleneğinin olmazsa olmazı macera ve melodrama bırakıyor. Kendi geleneği içerisinde başarılı olabilir ama bugünkü okuma merceğinden baktığımızda aynı derecede övgü toplamayacağı çok açık. Bir dolu sır, bir dolu tesadüf, bir dolu facia, elbette aşk ve para tutkusu, şapkadan tavşan çıkarırcasına ortaya atılan -polisiye teamüllere pek uygun olmayan- kötülük dolu bir suçlu...
Dedektif karakteri Rouletabille de zihniyle analitik, ruhuyla melankolik bir genç. Paris sokaklarında kimsesiz büyümüş, erken yaşta atıldığı gazetecilik mesleğinde kendisini kabul ettirmiş, annesi olduğunu sandığı siyahlara bürünmüş bir kadının kokusunu anımsayan ve o kadını arayan Rouletabille, bir sonraki macera ‘Siyahlı Kadının Kokusu’nda hem ‘Sarı Odanın Esrarı’nın yarım kalan hikâyesini hem de kendi hayatındaki sırları aydınlatacak.
Yazarlar ve eserleri bir bağlama, belli bir döneme ve edebiyat akımına yerleştirildiğinde daha iyi kavranılabilir: Leroux, Fransız edebiyatının melodram geleneğiyle beslenmişti. Bu geleneği Poe ve Doyle’un analitik çözümlemeleriyle zenginleştirme becerisi sayesinde ‘Sarı Odanın Esrarı’ ve ‘Operadaki Hayalet’ romanlarıyla adını polisiye tarihine yazdırmayı başardı.
SARI ODANIN ESRARI
Gaston Leroux
Çeviren: Birsel Uzma
Çınar Yayınları, 2020
332 sayfa, 28 TL.
SARI ODANIN ESRARI
Gaston Leroux
Çeviren: Kenan Sarıalioğlu
İş Bankası Kültür Yayınları, 2020
288 sayfa, 16 TL.