Güncelleme Tarihi:
‘Sıcak’, farklı durumlara göre iyi ya da kötü anlamlara bürünen bir kelime. Örnekleri çok: Soğuk bir kış akşamı eve dönüp de ellerimizi sıcak bir sobaya uzatmanın ya da sıcak bir çayı keyifle yudumlamanın keyfi gibisi yoktur. İçinizi ısıtacak sıcacık bir roman okumak sizi özlediğiniz yaz mevsimine alıp götürebilir. Şehvetin sıcağı insanın aklını başından alabilir. Diğer yandan ‘sıcak’ can yakıcıdır. O sobaya fazla yaklaşıp elimizi yakmak an meselesidir. Şehvetin ardından gelen pişmanlık da bir o kadar yakıcı bir duygu olabilir. Yaz sıcağının, kimi zaman bütün hücrelerinize işleyen, aynı anda zevk ve ıstırap veren, engel olamadığınız bir gücü vardır. Bir insan kendi geçmişini keşfederken, eğer bu geçmiş kara deliklerle doluysa aynı çaresiz çelişkiyi yaşar: Daha çok şey bilmek istiyor muyum, yoksa duyduklarıma daha fazla dayanamıyor muyum? İstiyor muyum istemiyor muyum?
Defne Suman’ın ‘Yaz Sıcağı’ romanının başkarakteri Melike, bir yaz vakti işte böyle bir çaresiz çelişkinin içinde buluyor kendini. Geçmişini, ailesinin kökenlerini, çocukluğunda yaşanan ve kişiliğini oluşturan olayların içyüzünü keşfedeceği can yakıcı bir yolculuğa çıkıyor. ‘Yaz Sıcağı’, sürekli “Sonra ne olacak?” diye merak ederek kendini okutan, okuma zevki veren, dolu dolu bir roman.
Kitabın belki ilk sözü edilmesi gereken yönü, güçlü ve etkileyici mekân tasvirleri. Önce Fener, Balat, sonra Büyükada, Kaş yakınında bir köy, Atina, Kıbrıs dağları... Hepsi birbirinden güzel tablolar gibi maharetle tasvir ediliyor. Yazarın, işlediği mekânları belirlemekte ve araştırmakta ortaya koyduğu titizliği not etmemek haksızlık olur. Suman’ın bir önceki romanı olan, İzmir yangını öncesi dönemi konu edinen ‘Emanet Zaman’da da yitik bir şehri bütün güzellikleriyle gözümüzde canlandırmıştık. Farklı olarak, ‘Emanet Zaman’da başrolde şehir/mekân vardı. ‘Yaz Sıcağı’nda ise görsel anlatım gücünü korumakla birlikte başrolde mekân değil, insan var. Bu defa bir şehre bağlı kalmadan, hatta bir hayli gezerek Melike’nin öyküsünü okuyoruz.
Daha çocukken babasından ayrı kalan, hayatında hep ona karşı bir tepkiyle var olan Melike, yıllar sonra “Neden?” sorusunun yanıtıyla karşılaşıyor. Bu yanıtla yüzleşmesi hiç kolay değil. Çocukluğundan beri görmediği babasını affetmesi ise başka öykülerin de anlatılmasını ve Melike’nin aile ağacının bilinmeyen dallarının ortaya çıkmasını gerektiriyor.
Melike sadece geçmişini, ailesini keşfetmekle kalmıyor, kendi içinde de bir keşif yaşıyor. Bir psikiyatr gibi onu analiz eden Petro, Melike’ye ilişkilerini nasıl yaşadığını, babasıyla olan travmatik anılarının onun üzerindeki etkilerini anlatıyor. Melike bir yandan her defasında tutkuyla âşık oluyor, bir yandan da kimseye bağlanmıyor. Öyle ki okur, Melike Petro’yla birlikteyken bu ilişki sürsün istiyor, Sinan’la birlikteyken de bu hayatı sürsün istiyor. İçinde bulunduğu anı yaşayan, kendi kararlarını veren ve hem diliyle hem eylemleriyle tabuları yıkan özgür bir kadın olan Melike’nin kendisi de aynı duygular içinde.
Melike sınırları aşmaya yönelik bir eğilime sahip. Bu eğilimi bazen sarhoş halde denize girip geceyi teknede geçirmeyi teklif etmesinde, bazen de savaşın çizdiği bir sınırın iki tarafında birden bulunmak istemesinde görünür hale geliyor. Sınırlar, Melike için yitik geçmişin hayaletleriyle karşılaştığı yerler: “Kilisenin çan kulesinden adanın iki yakası birbirine sırtını dönmüş iki kardeş gibi görünüyordu. Surların içinde kalan bölgeler iki tarafta da terk edilmiş, kırık camlarında güneşin oyunlarıyla avunan binalar sahipsiz kalmıştı. Ölü bölgenin kıyısındaki başkent hâlâ o eski kaybın yasını tutuyordu.”
Defne Suman, uzun zaman akılda kalacak cesur bir karakter yaratmış. Okurları bu karakteri keşfetmeye ve yaz sıcağı gibi hem keyif veren hem can yakan bir hikâyeye davet ediyor.
YAZ SICAĞI
Defne Suman
Doğan Kitap, 2017
376 sayfa, 33 TL.