Güncelleme Tarihi:
Vehhabilik, ortaya çıkışından bugüne kadar İslam dünyasında çok yönlü ve geniş etki alanına sahip olmuş dini ve siyasi bir hareketin adı. İslam tarihi boyunca, bu hareketten doğan fikirler ve bu fikirler ekseninde yapılanlar ise hep tartışma konusu oldu. Bu durum bugün de devam ediyor. Özellikle Suudi Arabistan politikaları arkasında yer eden anlayışı, ülkenin pek çok yönden tartışmaya açık uygulamalarının altında yatan temeli meydana getiriyor.
18’inci yüzyılda doğup kök salmaya başlayan bu akımın Osmanlı devleti ile de çatışmalı bir ilişkisi oldu. Dolayısıyla Vehhabilik’le bu toprakların tanışıklığı, kötü hatıraları epey eskiye dayanıyor. Bu bağlamda pek çok önemli isimden, yine önemli kaynaklar var. Fakat meselenin edebiyata uzanmış bir yansımasını bugüne dek görmemiştik. İskender Pala, yeni romanı ‘Kervan’la bu eşiği aşıyor ve edebiyatın içinden bir bakışla güncelliğini de sürdürüyor diyebileceğimiz tartışmaları hikâyesinin akışına karıştırıyor.
Konusunu tarihten alan romanlarıyla edebiyatımızda kendine has bir çizgi meydana getiren Pala, ‘Kervan’da Osmanlı-Vehhabi ilişkisini gerçek ile kurgunun iç içe geçtiği bir dünyada ele alıyor. Romandaki tüm olaylar ise hızını 1818 Mayıs’ı ile birlikte alıyor. Zorlayıcı bir tablo çiziyor devrin atmosferinden bahsederken Pala. Dönemin padişahı “Sultan Mahmud, Ruslarla süregiden bıçak sırtı muharebeler, İngilizler tarafından iktidarını zayıflatmak adına yürütülen ikiyüzlü ve sinsi politikalar, Mısır’da Kavalalı ile pamuk ipliğine bağlı ilişkiler, payitahtta yeniçerilerin taşkınlıkları, devlette maliyenin gitgide zayıflaması yetmiyormuş gibi bir de mübarek beldelerin Vehhabi isyancıların elinde harabeye çevrilmesi” ile uğraşıyordur. Bu belgelerdeki eserler ’küfür’ diye yerle bir ediliyor, önemli şahsiyetlerin mezarları ‘şirk’ diye ortadan kaldırılıyordur. Tüm bunların yanına Vehhabi çetelerinin kafileler halinde yola çıkan hacı adaylarına saldırıları eklenmiştir. Hatta bu nedenle kutsal topraklara beş yıldır sürre alayı gönderilememiştir.
Siyasi ve sosyal anlamda böylesine yakıcı bir ortamda Sultan Mahmud hem devlete itibarını tekrar kazandırmak hem de o beldelerin ihyasını tekrar sağlamak için büyük bir kafileyi, sürre alayını Mekke’ye yollama kararı alır. İşte, ‘Kervan’ bu kafilenin yolculuğunun hikâyesidir; içinde aşkın da polisiyenin de savaşın da siyasetin de özlemin de yolun kendisinin de olduğu hikâyesi...
İskender Pala’nın kaleminden çıkmış romanlarla daha önce tanışanlar için tanıdık bir üslup ‘Kervan’da okurların karşılaşacağı. Pala’nın öğreticiliğini ve sanatsal duyuşunu bir araya getiren, kendisine has bir anlatım diye genel bir çerçeveye almak mümkün bu roman dilini. Bunun yanına, meselenin keskinliğini vurgulayacak, günün meselelerini alımlamada okuruna güçlü nüveler sağlayacak çok önemli bir siyasi katman da eklemiş yazar ‘Kervan’a. Bu da anlatılan hikâyenin alt metinlerinin güçlü bir şekilde akışta kendini hissettirmesini sağlamış. ‘Kervan’a bu yönüyle yaklaşıldığında dünü ve günü aynı anda tartışmaya açabilen derinlikli bir bakışı görecek okurlar.
İskender Pala’nın geniş külliyatı arasında fark yaratacak bir roman bu. Ele aldığı meselenin yansımalarının ne denli yakıcı olduğu anlaşıldıkça değeri üzerine tekrardan düşündürecek bir roman ayrıca. ‘Kervan’ın sayfaları arasında bir erenin, bir vakanüvisin, bir kuşçunun, bir berberin ve bir meczubun odakta olduğu kutsal topraklara doğru akan yolun, yolculuğun hikâyesini okuyacak herkes; evet, ama bunun yanında asırlardır derdi bitirilememiş meselelerin de üzerinde gezinecekler. Katmanlı ve derin bir dünya bekliyor okurları. ‘Kervan’ın geçtiği yolların bugüne açıldığını görmek ise herkesi şaşırtacak.