Güncelleme Tarihi:
İşin garibi şu ki, Demir Özlü’nün vefat ettiğini öğrendiğimde, iki gün önce yazdığım e-mail’in cevabını bekliyordum ondan. Hasta olduğuna dair bilgim yoktu. Adresini Murat Yalçın’dan almış ve kendisine uzunca bir e-mail yazmıştım. Çok zamandır görüşemediğimizden, onu özlediğimden bahsediyor, geçen yıl yayımladığım ve Türk edebiyatında varoluşçuluk konusunu irdelediğim yazıdan söz açıyordum. Aynı şekilde Fürûzan hakkında yazdığım yazıda da kendisinden bahsetmiş, onun ilk iki romanını ama bana göre ‘novella’larını anmıştım. (Kendisine bunları ‘novella’ saydığımı belirtmiştim. ‘Çok memnun oldum’ demişti.) Gönderdiğim elektronik mektupta bu yapıtlardan da söz ediyordum.
Türkiye’ye artık gelemeyeceğini biliyordum. Bu ‘gerçeği’ epeydir Ergin Ertem’le aramızda konuştuğumuzdan elektronik mektubumun sonunda “Seni özlüyorum, çok sevdiğin İstanbul’a gelmediğin için sana kızıyorum ama seni anlıyorum. İstanbul’a küsmen öncelikle kendini gençliğine ve anılarına sürgün etmendendir. Sen İsveç’te değil anılarında ve gençliğinde yaşıyorsun” demiştim.
Demir Özlü’nün yanıtı değil haberi geldi. Aramızdan ayrılmıştı. Türk edebiyatındaki en ‘modern’ kalemlerden biri susmuştu...
Hemen belirteyim: Demir Özlü özünde modern olan, modernleşmenin getirdiği bir itkiyle doğan Tanzimat sonrası edebiyatta gerçekten modern bir yazardı. Anlatısının kurucu öğelerinde modernizmin yazınsal ‘araçlarından’ asla ödün vermiyordu. Yer yer bilinç akışına kayan, düşlerle, imgelerle, hayallerle yoğrulmuş bu edebiyatta ‘zaman’ başlı başına bir rol oynuyordu. Ana karakterdi zaman Özlü’nün öykü ve romanlarında.
Bu iki türü, öykü ve romanı, aynı zamanda bir ‘boyut’ problemi olarak ele alıyor, yukarıda değindiğim ‘novella’yı esaslı bir modern boyut/ölçü kabul diyordu. Modernliğin süzücü, damıtıcı biçimle bütünleşmiş anlayışına sonuna kadar bağlıydı. Bu nedenle öykülerini gitgide daha fazla gündelik olayların anlatısına dönüştürmekten çekinmedi. Kurmacalarında yaşantısı başlı başına bir rol oynadı her zaman. Gene de son anlatılarında gündelik olan öne çıktı.
Nedeni Demir Özlü’nün modernist mantığı içinde zamanı başlı başına bir olgu olarak benimsemesiydi. Zamanın tüm anlatılarında ana ‘karakter’ olduğu açıktır ve Özlü’yü modernist yazar kimliğiyle bütünleştiren en önemli unsur budur. İstanbul’u da bu nedenle yazdı. Yaşamı boyunca 1950’lerin kozmopolit, herhangi bir Batı kentinden farksız, randevuevleriyle, içkievleriyle, gece hayatıyla, kulüpleriyle, yumuşak bohemiyle dalgalanan bu kenti özledi.
Demir Özlü edebiyatına aşina olan herkes kentlerin, kahvelerin, kanalların, kadınların bu anlatılarda tuttuğu yeri bilir. Özlü tüm bunlarla birlikte su götürmez bir kent yazarıdır. Modernizmin belkemiğini oluşturan kent onda ‘yitik zaman’ın ve melankolinin de ana unsurudur. İstanbul, ‘Bir Beyoğlu Düşü’ olarak onun yapıtında, sanılanın tersine, ‘nostalji’ olarak yer almaz. Özlü, elbette özler ve elbette geçmiş zaman ardındadır. Fakat çabasının temeli nostalji değildir. Melankolidir. (İlk yapıtının imzalı bir nüshasını bulup almıştım. Kendisine söyledim, “Görmek ister misin” dedim, hiç ummadığım kadar heyecanlandı, “Deli misin, elbette isterim” dedi. Geçmişin onun için ne anlama geldiğini o an yeniden anladım.)
1950 Kuşağı’nın öykücüsüydü. İlk anlatıları (‘Bunaltı’, ‘Soluma’, ‘Boğuntulu Sokaklar’) gelecekteki Özlü’nün habercisidir. Üslubunu erken bulmuş bir yazardı. Bu üslup ilginçtir. Adeta kendisine dışarıdan bakan, kendi anatomisini yapan, dikkatli, hassas, soğukkanlı bir üsluptur bu. Özlü üslubunu sonuna kadar dikkatle korudu. Geliştirdi diyemem, ona ihtiyacı da yoktu. Asla panoramik olmayan anlatılarının küçük ölçekleri için mükemmel derecede dengeleyici bir üsluptu. Edebiyatını bu derecede duyarlı yapan unsurlardan biri bu yavaş, sakin, durgun ve derinden akan anlatımıydı.
Demir Özlü’yle 1979 yılında tanıştım. Ankara’ya bir toplantıya gelmişlerdi. Uzunca bir süre görüşmedik. Bir süre sonra o yurtdışına çıktı ve 12 yıl Türkiye’ye dönmedi. 1992’de geri geldi. Ben o arada 1950 Kuşağı’nın yazarlarıyla dost olmuştum. Şimdi düşünüyorum da asıl dostlarımın onlar olduğunu anlıyorum: Demir Özlü, Doğan Hızlan, Erdal Öz, Ergin Ertem, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Orhan Duru. Yurda döndükten sonra sık ve samimi şekilde görüşmeye başladık. Bu görüşmelere yurtdışı karşılaşmaları da eklendi. 1993 yılında Paris’te buluştuk. Çok yakınlaştık. Orada kaldığımız süre boyunca gece gündüz beraber olduk.
1993 yılında Paris’te buluştuk. Çok yakınlaştık. Orada kaldığımız süre boyunca gece gündüz beraber olduk. Sonra İstanbul, sonra Madrid, sonra Frankurt. Son görüşmelerimizin birinde Amerika’ya gideceğini söylemişti. The Marmara Oteli’nin altındaki kafede buluşuyorduk. Derken çıkıp İstiklal Caddesi’ni boydan boya yürüdük. Bana hep Amerika’yı anlattırıyordu. Birkaç gün sonra gene orada gördüm. ‘Gitmedin mi?’ dedim, gittiğini ama daha uçaktayken bir ‘sıkıntı’ geldiğini, hemen ertesi gün bilet alıp döndüğünü söyledi. Ama oradan ‘Amerika’ diye bir anlatıyla döndü.
Çok yakın dostum Deniz Kavukçuoğlu’ya ve gene çok yakın dostum Tuncel Kurtiz’le yurt dışında birlikte olmuşlardı. Demir’i ikisinden de dinledim. Deniz onu bambaşka anlatıyordu. Tuncel’se kendisi bambaşka bir insan olduğundan gene tümüyle kendisine özgü bir Demir Özlü portresi çiziyordu. Bir de bende yaşayan Demir Özlü vardı.
DEMİR ÖZLÜ KİTAPLIĞI
Bir Beyoğlu Düşü - Berlin’de Sanrı -
Kanallar (anlatı)
Bir Küçükburjuvanın Gençlik Yılları - Bir Uzun Sonbahar - Bir Yaz Mevsimi Romansı (roman)
Borges’in Kaplanları (yazılar)
Güvercinler ve Matmazeller -
Düş Öyküleri (öykü)
İşte Senin Hayatın (anlatı)
İthaka’ya Yolculuk (roman)
Önünde Boş Bir Uzam (anlatı)
Paris Günleri (yaşantı)
Sürgün Küçük Bulutlar (toplu öyküler)
Not: Demir Özlü’nün bütün kitapları Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanıyor.