Güncelleme Tarihi:
Niçin yaşarız? Elbette felsefe, açık bir zihin, entelektüel donanım çok başka yerlere taşır bu soruyu. Yine de yaşayan herhangi bir şey saydıklarımıza sahip değilse bile, kendini sorudan feragat etme hakkını bulamaz. Tüm ihtişamıyla ve yıkıcılığıyla karşımızdadır işte soru: Niçin yaşarız? Her sabah örseleneceğimizi, daha fazla devam edemeyeceğimizi bile bile niçin uyanır, dişlileri arasında ezilip gittiğimiz iş çıkışlarında, geceleri kendimize ayırmaya çalışırız? Niçin hep aynı sözden sonra, aynı saatte, aynı çaresiz yorgunlukla uyuyakalırız?
Verebileceğimiz en basit ve hepimizi kapsayan cevaplardan biridir belki şu: Alıştığımız için. Öyle ya da böyle -kelimenin tam anlamıyla- bir kere doğduğumuz ve başka türlüsünü bilmediğimiz için yaşarız. Alışmak ve bilinmeyenden korkmak, bilinmeyeni ne kadar tarif etmeye çalışsak da bilememek bir zırh gerektirir bize: Ölümden kaçmak için ve alıştığımız öldürmesin diye.
Yaşamanın özü: Bir zırha ihtiyaç var. İletişim Yayınları’ndan çıkan Dilek Türker imzalı ‘İpekten Örer Zırhını’, kendine zırh ören insanların, çok sıradan hayatlarının hareketsiz öyküleri. Dilek Türker’in kalemindeki sakinlikten ilginç, yorgun bir hal doğuyor: O soruyu bir hasta gibi, soğuk ateşler içinde sayıkladığımız korkunç koşuşturmaların sonunda oturduğumuz ilk yerde kalakalmak, hiçbir şey yapamadan akışta sürüklenmek gibi Türker’in öykülerini okumak.
UMUTLU TABİATI MELEZLİYOR
Yaşamaya alıştıkları hayatta bir zırh örüyor karakterler. Burası önemli. Zira Türker ne aile yadigârı, savaş ganimeti zırhlar bahşediyor karakterlerine, ne onları gerektirecek kanlı savaş meydanları. Zırhı örmek için güçlü bir materyal de yok ellerinde, bu zırhın sonunda değişecek, güçlenecek bir mizaç da. İpek var: Böceğin kozası olması gerekirken insanın tenine daha layık gördüğü o lif. Gelgelelim o lif esas yaratıcısını saramıyorsa da insanı sarıyor Türker’in öykülerinde. Sanki yazar ipeğin yegâne var olma sebebini, hiçbir zaman yegâne sebebi olamayacak insanlarla eşleştirerek iki çaresiz ve her şeye rağmen umutlu tabiatı melezliyor.
İpek var ve insanların her şeye rağmen umutları... Çok da benziyorlar birbirilerine. Zira umut da esas yaratıcısını sarması gerekirken daha büyük, daha zengin, daha baskın, başka insanların kendi çıkarlarına layık gördüğü şeye dönüşmüyor mu? Öykülerde tüm o telaşın, dışarının ortasında zırhını örüyor karakterler: Zırhı var edenin de kendilerinden süzüldüğünü bilerek, zırhın da atan bir kalbi olduğunu bilerek; belki sırf bu yüzden her şeye rağmen umudu yitirmeyerek... Bu yüzden bir aynaya bakar gibi tanıyoruz onları, hüzünlerini içselleştirebiliyoruz. Çünkü onlar da bir aynaya baktığında, bizi görüyor karşısında.
Tam da ipek böcekçiliğini andıran bir gerçeklik bu yaşadığımız; Türker de karakterleri de seziyorlar bunu. Fabrikalarda, camlarını açamadıkları hastane odalarında, karşı tarafın hiçbir şekilde duyamadığı ilişkilerde; emeğin ve hislerin durmadan üretildiği yerlerde usul usul ipeklerini var ediyorlar... İpek yumuşaklığı, parlaklığı ve dayanıklılığıyla göz alsa da, eh, yalnızca ipek böceğini korumak için yeterli bunlar. İnsan için yetmiyor, anca iş çıkışı biraz daha geç uyumak için söz verinceye, işitmeyen kulaklarla küçük kıyamet yaratıncaya, mutlaka güzel olmak için girilen bir kuaförden yarım yamalak bir saçla çıkıncaya kadar işte...
‘İpekten Örer Zırhını’, “Niçin yaşarız?” sorusunun görünmeyen ama yine de orada olan cevabı: Bir zırhı ilmek ilmek işlemek için, kuşanmak ve bir yere kadar hasardan korunmak için. Alışılan döngüde, nazik bir öyküde bizden olana denk gelmek için.
İPEKTEN ÖRER ZIRHINI
Dilek Türker
İletişim Yayınları, 2021
108 sayfa, 21.50 TL.