Güncelleme Tarihi:
Şiir ve eleştiri kitaplarıyla tanıdığımız, Yaşar Nabi Nayır Gençlik Şiir Ödülü ve Mehmet H. Doğan Eleştiri Ödülü sahibi Ali Özgür Özkarcı’nın ‘Kopukluklar’ isimli novellası evinde tıkırtılar duyan bir adamın bu sesleri anlamlandırmaya çalışmasıyla başlıyor. Adının Sinan olduğunu öğreneceğimiz adamın bu ilk sahnede dahi hızlı akan zihnini fark etmek mümkün. Nitekim gerçeklik onun için ikiye ayrılmakta; biri kafasının içindekiler, diğeriyse dışındakiler. Fakat Sinan sık sık kafasının içindeki gerçekliğe yenilen bir karakter. Öte yandan onun düşüncelerine gözlemleri de eşlik etmekte. Bu gözlemler kent hayatına tutulmuş bir mercek gibi.
Mercekten kasıt, gözlemlerinin de tıpkı düşünceleri ve tıpkı kent hayatı gibi hızlı akıyor oluşu. Bu bağlamda, kitapta da ismi zikredilen Georges Perec’in ‘Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi’ akla geliyor. Tıpkı Perec gibi herhangi bir mekânda oturarak gündelik hayata dair gözlemlerini ayrıntıya girmeden kaydederek sıradan kesitlerin bile ne derece edebi ve kurmaca olduğunu göstermeyi seven bir yazar Özkarcı. Başka bir deyişle ötekiyle temas etme anlarını ve karşılaşma mekânlarını kültürel antropolog misali sunmakta. Nitekim, hırsız söz konusu olduğunda “Bir yabancıyla kendi sınırları içinde aniden karşı karşıya gelmek, ölme korkusunun biçim değiştirmiş haliydi adeta” diyerek görece durağan iç sınırlarla görece devingen dış sınırları ortaya koymuş Sinan. Böylece Taksim-Kurtuluş civarındaki gözlemlerle Türkiye tipolojisinin hızlı bir taslağını çıkarırken eşzamanlı düşünceleriyle de kendiyle hesaplaşma halinde. Öyle ki sınırların bulanıklaştığı, iki gerçekliğin karıştığı zamanlarda dürtüsel davranmakta. Yan masadaki kibarlık kumkuması adama bir anda bağırması gibi. Zira hayatı sınır ihlalleriyle dolu; annesi, kuzeni, bilhassa da babası örtük veya açık şekilde özgürlüğünü kısıtlamakta. Yine de fazlaca içen, borç batağında biri olarak çaresiz kaldığında sığındığı limanlar da onlar.
“Boşanmış, işten kovulmuş, yüksek lisansı bitirememiş, o yayınevinde bu yayınevinde editörlük, reklam ajansında düzeltmenlikti derken, sıfırı tüketmiş bir halde dönmüştüm yine gerisingeri babaevine.”
Böylelikle kendi kısırdöngüsünü inşa eden, bunu kırmak için çaba sarf etmekten ziyade flanör ve bohem arasında bir hayata tutunan, tek gerçekliği evine hırsız girdiği gece çalınan romanı olan, arafta bir karakter olarak okur karşısına çıkmakta. Bu sebeple birlikte baba-oğul çatışmasının da etkisiyle Yusuf Atılgan’a seslenişleri daha bir anlamlı. Öte yandan eski eşi Zuhal ile ardından ilişki yaşadığı Selma ile de dikiş tutturamamış. Zaten, Zuhal’i aklından çıkaramıyor gibi. Kısaca, hayatın her alanında bocalayan, bunun da farkında olan bir karakter.
“Dibe vurmaya özen gösteriyordum ama bir dip olmadığını da biliyordum bir yandan. Nihayetinde benim gibilerin asla dibe çakılamayacağına, sadece ve sadece dibe çakılma endişesiyle kendilerini mahvedebileceklerine ikna oldum.”
Tüm bunlara bakıldığında ‘Kopukluklar’ı bir eylemsizlik öyküsü olarak da görebiliriz. Zira Sinan’ın hayatını tayin eden başatlık, vazgeçememelerinin toplamı olarak gözükmekte fakat bir türlü eyleme geçemiyor. Öyle ki öyküyü üst kurmaca boyutuna taşıyan tek cümleden oluşan ilk bölüme dönmekte fayda var:
“Hayat vazgeçemediklerinin de cezasıdır. Geç öğrenmiştim.”