Güncelleme Tarihi:
Metin Erksan, sinemamızın en aykırı yaratıcılarındandı. Yelpazesi çok genişti, çok zengindi. Türler arasında gezindi ama kuşkusuz ürettiği onca yapıtı, ortak parantezlerde buluşan temel özelliklere sahipti. Belki de bu durumu şöyle ifade etmek lazım: Filmlerinin kendine özgü bir ruhu, fikriyatı, derdi tasası vardı...
Şimdiki zaman sinemasının verimkâr emekçilerinden Ercan Kesal, son kitabı ‘Kendi Işığında Yanan Adam’da Metin Erksan’ı kendi perspektifinden anlatıyor. Bu perspektifin özgünlüğü şu: Kesal’ın bu büyük sinemacımızla 1992’de başlayan tanışıklığı daha sonradan derin bir dostluğa dönüştü ve aralarındaki bağ, Erksan’ın aramızdan ayrıldığı tarihe (2012) kadar sürdü.
20 yıllık derin bir dostluk
Kitap, işte bu derin dostluğun izlerini sürüyor... Peki bu izlerde neler var? Tabii ki Kesal’ın, Erksan’la her daim yarenliği ve bu yarenlik süresince paylaştığı sohbetler... Bazen bir yürüyüş esnasında, bazen Florya’daki Beyti Lokantası’ndaki yemekte, bazen Karaköy’deki Türk Ortodoks Kilisesi’nde, bazen Sultanahmet’teki tarihi köftecide... Kesal, 20 yıla yayılan bu dostluğun kendisinde bıraktığı hatıralarda gezinirken aslında sanki artık sinemamızda pek de sahip çıkılmayan bir mirasın, yani ‘usta-çırak ilişkisi’nin de canlı bir tanığı olduğunu hatırlatıyor. Hoş, kitapta ikili arasındaki muhabbetlere sadece sinemanın hâkim olmadığını görüyoruz; zaman zaman genel olarak insanlık hallerine, memleketin hal ve gidişatına, İstanbul’a, ‘Yedi Tepeli’ şehrin yok ettiğimiz değerlerine, geride kalan güzelliklerine de vurgu var.
‘Gül gibi mesleğin var’…
Öte yandan ‘Kendi Işığında Yanan Adam’da Kesal, adeta paralel kurguyla aynı zaman diliminde kendi hayatında beliren köşe taşlarını da kitaba taşımış. 1990’da İstanbul’a gelişini, Ziya Öztan’la tanışıp sinemaya giriş yapma çabalarını, günün birinde Öztan’dan “Ercan, sen doktordun değil mi?” sorusunun ardından “Gül gibi mesleğin var, git doktorluğunu yap, görüyorsun halimizi” şeklinde aldığı ‘tavsiyeyle’ (!) kös kös doktorluğa dönüşünü, Çağlayan ve Kâğıthane’deki poliklinikleri, ortaklaşa açılan Eylül Psikiyatri Merkezi’ni, Beyoğlu Belediye Başkanı olma hayallerini, 2005’te Nazan Kesal’la evliliğini, 2006’da oğulları Poyraz’ın dünyaya gelişini vs... İşte tüm bunlar yaşanırken hep yanında olan Metin Erksan’ın varlığı (galiba düşülecek en ilginç notlardan biri de nikâh şahidi olması)...
Cemal Gürsel filmi beğenince
‘Kendi Işığında Yanan Adam’ın sayfalarında gezinirken sinema tarihimizde müstesna bir yeri olan bir yönetmenin kendi serüvenine ait ana arterlere, unutulmaz eserlerine uğranılmaz mı? 1961’de ‘Yılanların Öcü’nün önce sansüre takılması, siyasal tarihimizdeki ilk darbenin başındaki kişi olan Cemal Gürsel’in filmi izleyip beğenmesi sayesinde sansür belasının atlatılması, ‘Sevmek Zamanı’ gibi bir klasiği Erksan’a çektiren motivasyon, eğer tekrar sinemaya dönüp film çekmeye karar verseydi hangi yazarımızın hangi hikâyesini düşünüyordu gibi limanlar da var kitapta.
Yeşilçam’a haysiyet kazandıran film
Yedinci sanatla ilişkisi yönetmenlik öncesinde bir zamanlar bir gazetede ‘Kamera’ takma ismiyle yazdığı film kritikleri olan bu büyük sinema insanı, aynı zamanda uluslararası arenadaki ilk büyük başarımız olan ‘Susuz Yaz’ın da yaratıcısıdır. Berlin’de ‘Altın Ayı’ya uzanan film, Erksan’ın deyişiyle “Yeşilçam’a haysiyet kazandırmıştır”.
‘Kendi Işığında Yanan Adam’, okurunu sayfalarına taşıdığı müstesna karakter üzerinden sinema tarihimizde özel bir gezintiye çıkarırken Kesal’ın da bir noktada altını çizdiği gibi
“Dört evlilik yapmış, hiç çocuğu olmamış, öfkeli ve yalnız bir adam”ın portresine de soyunuyor. Bu derin tanışıklığa ve tanıklığa siz de kulak kabartın, göz atın derim...
KENDİ IŞIĞINDA YANAN ADAM/ TANIDIĞIM METİN ERKSAN
Ercan Kesal
İletişim Yayınları, 2018
136 sayfa, 20 TL.