Güncelleme Tarihi:
Bundan önce yayımlanan ‘Karakalem’ ve ‘Tövbe’ romanlarını okuyanlar bilecektir ki İpek Gökdel’in kalemini tanımlamada kullanılabilecek belki de en uygun sözcük ‘efsunlu’ olacaktır. Kitaplarında yazarının sesi bu dünyadan değil de başka âlemlerden hikâyeler fısıldayan bir büyücünün notlarına sahiptir adeta. Son romanı ‘Kefaret’te de aslında çok gerçekçi bir hikâye anlatırken, bunu Anadolu efsaneleri ve mitler üzerinden kurduğu ikiliklerle güçlendirerek katmanlı bir okuma sunuyor.
Aynı gün, aynı karından çıktığınız birisi ile birbirinizden ne denli farklısınızdır? İki farklı insan olarak dünyaya gelseniz de birbirinizin ne kadarı aynı özelliklere sahipsinizdir? Bu aynılık sadece görüntüde midir yoksa anne karnında birlikte gelişip büyüyen kalpler bundan fazlasının da taşıyıcısı mıdır?
‘Kefaret’, diğerinin yerine geçmek durumunda kalan bir adamın hikâyesini anlatıyor. Bunu henüz kitabın en başında öğreniyoruz zaten. Dışarıdan bakıldığında kimsenin ayırdına varamadığı bu yer değiştirme durumu, içeride ise birbirinden farklı pek çok soru ve hesaplaşmaya gebe:
“Ben ben değilim. Adım, halim, tavrım başkasına ait. Nüfus cüzdanımda bir ölünün ismi yazıyor. Dokuz yıl evvel kendimi gömdüm, başka birinin hayatını yaşıyorum. Ben yok oldum, o oldum, onu yaşatıyorum diyelim. Onun okuduğu fakülteden mezun oldum, onun sevdiği kadınla evlendim, onun hayalini kurduğu çocuğa babalık ediyorum.”
Peki, bazı günahların bedelini yaşarken ödemekle malul başkarakterimiz neden kendi kardeşini yeniden doğurmak durumunda kalır? Bu sorudan itibaren aslında yakın Türkiye tarihine dair bir anlatının içinde buluyoruz kendimizi. Bundan tam sekiz yıl evvel Taksim’de başlayan toplumsal olaylarda birbirinin zıddı iki kutupta yer alan iki kardeşin kaderi beklenmedik bir biçimde birbirinin içine geçiyor.
Her ne kadar kurgusal bir anlatı olsa da söz konusu dönemde sokaklarda yaşananların izine düşen Gökdel, belgelere ve gerçeklere dayalı bir zemin üzerinden kurgulamış alt metni. Anlatılan bir -ya da iki- kişinin hikâyesi olsa da aslında birden fazla insanın yaşantısından kesitleri buluşturmuş. Bir bakıma her birine ve o dönemde yaşananlara bir saygı duruşu olma görevi üstlenmiş.
Kendini aramak ve bulmak isteyen bir insanın dönüşüm hikâyesi olan anlatı, aslında toplumsal olay ve ideolojilerin insanın kendini yaratmasında ne denli etkili olduğunu çarpıcı şekilde anlatıyor. Bir çeşit Habil’le Kabil hikâyesi gibi aynı memeden süt emen iki kardeşin zaman içinde nasıl bambaşka insanlar olduğunu, bu başkalığın bir an gelip de nasıl onları aynı kişi olmaya zorladığını, ikiyken ‘bir’ olmayı; ‘kardeşlik’ meselesinin sözlerin ötesine de taşınıp taşınamayacağını kurgusal da olsa gerçekçi bir dille anlatıyor.
Önsözde şöyle bir cümle var: “Kimi bir sabah uyanır ki böceğe dönüşmüştür, kimi giderek insanlaşır. Bizi biz yapan tek fark neye dönüştüğümüzdür.” Neye dönüştüğünü insan kendisi mi seçer, yoksa belli koşul ve zorlamalarla hayat bizi bir yerlere mi sürükler? Koşullara rağmen yine de insan olmak, bir olmak, kardeş olmak, tek yürek olabilmek, halden anlamak, yerine kendini koymak mümkün müdür? Kesinlikle alegorik değil, ama içine bu toprakların acılarını alan, neşeleri, âdetleri, utanç ve savruluşları ve aşkları ile şimdinin bir panoraması ‘Kefaret’.
KEFARET
N. İpek Gökdel
DEX, 2021
280 sayfa, 33 TL.