Güncelleme Tarihi:
Tanıl Bora’nın ‘Zamanın Kelimeleri’ni, ‘Cereyanlar’ ile Victor Klemperer’in ‘LTI - Nasyonal Sosyalizmin Dili’ (Çev. T. Bora) arasında bir yerde konumlandırmak gerekir. ‘Cereyanlar’, bir düşünce tarihi değildi, ‘Zamanın Kelimeleri’ de bir kavramlar tarihi değil. Kavram, doğal ışık demektir. Buradaki ‘kelimeler’ bir ideolojiyi de dile getirmiyor. İdeoloji, bir benlik imajı olduğu ölçüde bir grubun karakterini oluşturan fikirleri dile getirir. (T. Eagleton) “Siyasi dildeki, lafların anlamlarını, imalarını, işlevlerini kurcalıyorum” diyor Bora. Söz konusu olan, kavram değil, laf, kelime. Kavram deyince felsefi düşünce akla gelir; kelime deyince ise edebiyat. Bora, kelimelerin ‘politik bir anlamının olduğu fikrine’ dikkat çekiyor... ‘Zamanın Kelimeleri’, muhafazakârlık temelinde açığa çıkan İslamcı ve milliyetçi zihniyetin iktidar söylemini, bu söylemin geçmişini değil, haldeki durumunu, kelimeler üzerinden analiz ediyor.
Tanıl Bora, bir süredir zihniyet fenomeni üzerinde çalışıyor. Zihniyet, bir düşünme biçimini dile getiriyor ama bir akıl yürütme durumunu değil. Akıl yürütme, tümel doğrulara dayanmakla, kavramlarla yürümekle ilgilidir. Akıl yürütmenin argümanlarının geçerliliği, aklın ikna edilmesine dayanırken, diğerinde söz konusu olan hegemonik dokunulmazlık ve güçtür.
Spinoza, zihniyetin iyileştirilmesi gerektiğinden söz eder. Kötülük yolunda çalışan ve bedenin hayalini imleyen akıl değildir. ‘Zamanın Kelimeleri’ni modern siyasetin seküler dilinin, İslamcı niyetlerle içeriklendirilen seküler olmayan bir sürece evrilişinin hikâyesi olarak da okumak mümkün.
Üzerinde durulmamış ifadeler de var, “Benim türbanlı bacım” gibi... Oluşturulmakta olan husumete körük çekmek istememiş Tanıl Bora. Ama “Ayaklar ne zaman baş oldu” ifadesi üzerinde durmak gerekiyor, tekil bağlamda bir defa dile getirilmiş olsa da. Ortanın sağını tercih etmiş bir İnönü lafı gibiydi ve ilk defa sola karşı doğrudan bir rövanş duygusunu dile getiriyordu.
Stasis, iç savaş noktasına gelen toplumsal/siyasal bölünme. Terim, antikçağdan beri, siyasetin varlık nedeniyle gerçekleşen bir durumu dile getiriyor. Buradaki stasis, hükümetin asıl işinin ve devletin kökeninin esas sebebinin özel mülkiyeti korumak olduğu fenomeninden (Cicero, ‘Yükümlülükler Üzerine’, Çev. C. Cengiz Çevik) kaynaklanan bir stasis değil. 70’lerde böyle bir stasis’ten söz etmek mümkündü (kuşkusuz 70’lerdeki stasis, Cicero’dan değil, Marx’ın hayal edilememiş ufkundan alıyordu tedirginliğini); bugün söz konusu olan, tam olarak bu fenomenin, özel mülkiyeti koruma fenomeninin üstünün ideolojik örtüyle kamufle edildiği, bu kamufle sürecine ilişkin bir stasis (aynı zamanda 60 ve 70’li yılların toplumsal muhalefetinin terminolojisi karşısında yetersiz kalmış devlet-özbilincinin rövanş bilincini dile getiren bir stasis).
Kitabın altbaşlığını şimdi dile getirebiliriz: ‘Yeni Türkiye’nin Siyasi Dili’...
HAFTANIN ÖNERİLERİ
1. İnsan Evriminde Din -Eski Taş Çağından Eksen Çağına/ Robert N. Bellah/ Çev. Mete Tunçay/ İst. Bilgi Üniversitesi Yayınları: Bir başyapıt. Din de ilerler, evrimleşir; tarih, yeni durumlar karşısında kendisini temize çekememiş dinler mezarlığıdır da... 11. yüzyılda hangi din organ naklini, dine uygun görebilirdi? Dinin evrimi, öbür dünyaya yapılan yatırımın, artık dünyevi dünyaya kaydığı yönünde.
2. Yaşanmak ve Sen/ Volkan Çelebi/ Monokl Yayınları: Felsefi ve eleştirel düşünme düzlemindeki yeni kuşak, inceleme evresiyle değil doğrudan filozofi bir kimlikle yola çıkıyor. ‘Yaşamak ve Sen’, vecd halinin felsefi betimlemesi gibi. Çelebi’nin kitabı, ‘sen’ bağlamıyla Martin Buber’i çağrıştırırken, edebiyatı üslup edinmesi bakımından da Nermi Uygur çizgisini hatırlatmaktadır.