Güncelleme Tarihi:
Edmond Rostand, unutulmaz karakteri Cyrano’ya “Bütün iş edada” dedirtir. İnsan her şeyi yapar. Hepimiz esasen her gün aynı işleri yapıyoruz. Hayatın büsbütün bir cehennem olmasını engellemenin, kendimizi başkalarından ayırmamızın yolu edadan geçer. Enver Ercan’ın, benim has ve sevgili dostumun, gerek bir şair gerekse bir insan olarak en büyük özelliği kendine has bir edasının olmasıydı. Eda insanın hayata direnmesi, yeri geldiğinde ondan intikam almasıdır. Hayatta kendiniz olduğunuz ölçüde varsınızdır. Enver sadece hayata direnmekle kalmadı. O bıçkın, şık muzip edasıyla ölüme de direndi. Ona bu yakışırdı. O da kendisine yakışanı yaparak bu dünyadan ayrıldı. Ölümünden birkaç saat önce ‘Doğum günüm kutlu olsun’ diyen bir insanın edasından ve hayata direnmesinden sual edilemez.
Yaklaşık 30 yıl önce bir araya geldiğimizde ikimiz de gençtik. O biraz daha gençti. Sonuna kadar da genç kaldı. Hayata karşı iştahlı, onu fethetmeye hazır, tutkulu bir insandı. Ayrıca çok önemli bir özelliği vardı: Hayatı tanıyordu. Onun içinden gelmişti. Biraz daha yakınlaştığımızda ilginç bir özelliğini fark etmiştim. Bir tür aforizma, bir tür vecize, bir tür darbı-mesel sayılacak cümleler kuruyordu. Derrida, “İyi edebiyat iyi felsefedir” der. Vecize, darbı mesel yerine geçen bir söz, bir mısra ancak hayatı, insanı, insan ilişkilerini çok iyi tanıyanların marifetidir. Elbette bir de dil ve söyleyiş yeteneği olanların. Enver bu iki özelliğiyle, yani hayatı tanıyan ve onu ‘söyleyebilen’ birisi olarak büyük hayatı küçük bir cümlenin fanusuna sığdırabiliyordu. Tıpkı devasa gemileri küçücük şişelerin içine yerleştirenler gibi. Bir saptamasıyla bir dünya kurup bir dünyayı özetleyebiliyordu. Sanki henüz yazmadığı şiirlerinin dizelerini okuyor gibiydi. Kendisini yazacağı şiirlerine hazırlıyor gibiydi. Veya tıpkı kendi kendisine çalışan, kaslarını diri tutmaya gayret eden bir atlet gibiydi. Enver hayatın bütün bir gerçekliğini bir cümleye sığdırabilecek kadar onu tanıyordu, onu bu derecede içselleştirmişti ama gene de ondan daha fazlasını istemekten çekinmiyordu.
Neydi istediği? Bu sorunun cevabı bende açıktır.
Enver kendisine ait, benliğini, benini, kendisini kendisine saklayan bir insan değildi. İnsan gene kalabalık, gene coşkulu, gene tutkulu birisi olabilir. Fakat bütün o özelliklerini kendisine saklar ve kendisinde yaşar. Enver kalabalık birisiydi ve kalabalıkları seviyordu. Coşkuluydu, çevresini ve diğer insanları da coşturmaktan hoşlanıyordu. İyimserdi herkesin iyi olmasına çalışıyordu. Tutkuluydu, herkesi o tutkuyu bölüşmeye çağırıyordu. Bu onun hayatla hesaplaşmasının bir yoluydu.
Tüm bu özelliklerinin sınandığı bir mihenk taşı var: Enver kadınları daima çok sevdi. Kadınları içtenlikle seven erkeklerde görülen iyimserlik, doygunluk, paylaşmacılık, zarafet, kabalıktan uzaklık ve hepsinden önemlisi düş gücü onun kişiliğinin de özellikleriydi. Aşk, sonunda bir muhayyile meselesidir ve bir düşün gerçekleşmesidir. Enver düşleri daima sevdi. Muhayyilesini gerçek ve olası aşklarının maşatında sürekli olarak biledi.
Enver Ercan tüm bu özelliklerin iki alanda kana kana, sonuna kadar kullandı: Şiir ve dergicilik.
DAİMA ÖTEKİ ŞİİRİ ARADI
Şiiri berrak bir şiirdi. Berraklık hırçındır. Çünkü keskindir. Kuşku, bulanıklık, belirsizlik barındırmaz. Aksidir. Enver tam da böyle bir şiir yazdı. Bu şiir sorgulayan bir şiir değildir. Ama hesap soran bir şiirdir. Ayrıca bütün o ışıltısına rağmen acımasızdır. Okuyanın yüzüne sürekli olarak bir ayna tutar. Ona sorular sorar. Onu kendisiyle yüzleşmeye çağırır. Çünkü mizahı, ironiyi cephane edinmiştir. İroninin şiiri daima iki şiirin üst üste çakışmasıdır. Şiirin içindeki şiirdir. İronik şiir daima ‘öteki’ şiirdir. Enver daima o öteki şiiri aradı. Kendi kuşağının en özgün şiirlerinden birisini yazdı. Bu şiir kökleri çok derine giden bir şiir oldu. Çok güncel, çok çağdaş, gündelik hayattan derlenmiş, okuyanın hemen sokaktaki izlerini yakaladığı bir şiir olmasına karşın; araştırılırsa görülür, kaynakları Bektaşi nefeslerine kadar giden bir şiirdir bu. Ama Türk şiirinin en has, en özgün damarlarından beslenmeyi de bildi. Çünkü Enver seven, beğenen, hayran olan birisiydi. Belirttim: Hayatını ve kendisini kendisine saklayamıyordu ama bütün dışa dönük insanlar gibi başkalarını ve başkalarına ait her şeyi kendisinin kılmayı biliyordu. Bir de şu var: Enver’in şiiri bir oda müziğine benziyor. Küçük, mücevher gibi işlenmiş, ışıltılı bir şiir. Yehudi Menuhin, oda müziğini uygarlığın en uç noktası, doruğu olarak görür. Az daima çoktur. O da zaten “Ben şiirimi söylerim...” diyordu.
DOĞRU BİR HAYATI DOĞRU YAŞADI
Ve Enver dergiciydi. Onda daima bir 19. yüzyıl Rus aydını tipi, yaklaşımı, yaşantısı buluyordum. Kendisini saklamayan birisi için başkalarına açık, beğenisi cömert, kompleksiz insanlar için dergicilikten daha doğru bir seçim olamaz. Enver paylaşan, bölüşen, toplayan, birleştiren kişiliğiyle dergiciliğini bütünleştirdi. Bir kuşak onun dergilerinden yetişti. Ben de asıl Varlık yaşantımı onun döneminde kurdum ve yaşadım. Bunun da ötesinde Enver örgütçüydü. Hayata duyduğu iştahın bir ölçütü de buydu: Örgüt! Çünkü bir şey oluşturmak diğer insanlarla birlikte hayatı çoğul yaşamaktı. Enver daima çok, daima çoğul yaşadı. Bütün bunları sağlayan ve dergiciliğini besleyen en önemli unsurlardan biri onun toplumsala olan duyarlılığıydı. Onun yeni olan karşısındaki müthiş sezgisiydi. Farklı olana duyduğu merak ve heyecandı. Varlık’ın son otuz yıllık serüveni tam da bu olguların bileşkesidir.
Şimdi zihnim tam 20 yıl öncesine gidiyor. İstanbul’da sürekli yaşamaya başlamıştım. Enver’le sık görüşüyorduk. Hayatlarımızı, hayallerimizi konuşuyorduk. Çoğunu gerçekleştirdik. Aradan geçen sürede Enver’in hep dışına taşan, dışına doğru genişleyen bir hayatı, zaten hayat böyle bir şeydir, dalgalar halinde kendi kıyısında kırdığını gördüm. Ölüm bile bu gerçeğin dışında değildi. Kendisine özgü bir şekilde ayrıldı bu dünyadan. O kadar ki bugün düşündüğümde yaşasaydı daha çok şey yapardı diyorum elbette. Ama yapamadığı, eksik kalan bir şey bırakmadı ardında. Adorno’nun deyişini tersine çevirerek söyleyeyim: Doğru bir hayatı doğru yaşadı.
Ölümün gerçekliği tartışmalıdır. Ölen, ölümünü ve onun gerçeğini yaşayamaz. Onu biz yaşarız. Kalanlar. Diktiğimiz mezar taşları bu nedenledir. Ölümü yaşama dönüştürmenin, ölümü yaşamın içine almanın yoludur, mezar taşı. Ama Enver kadar çok ve çoğul yaşamış olanlar taşları olamasa da unutulmayacak olanlardır.
Onu en çok ikimiz de kahkahalarla gülerken hatırlıyorum. Fakat gariptir. Gerçekten acınacak şeyler değil de birisinin ardından, anımsandığında insana en çok acı vereni gülünçlü anlar, gülüşmelerdir. Ben de bu duygu içindeyim. Gülüşlerimizi anımsıyorum ve hüzünleniyorum.
Sevgili dostumun bendeki derin, yoğun ve artık her şeye rağmen çok hüzünlü anısını saygıyla sevgiyle kucaklıyorum.
ENVER ERCAN KİTAPLIĞI
Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman/ Sürçüyor Zaman/ Eksik Yaşam/ Türkçe’nin Dudaklarısın Sen/ Enver Ercan-Sen Sözcüğün Tekisin! (Şair Hakkında Yazılar)/ Enver Ercan-Ben Şiirimi Yazarım, Sonsuzluk Varsa Gider! (Şairle Söyleşiler)/ Varlık’ta İlk İmzalar.