Güncelleme Tarihi:
‘Kelebek’ çok işlenmiş bir tema. Fakat ‘Kelebeğin Ölümü’nde sizin soyutlamayla yalın gerçeklik arasında salınan resimlerinizde şaşırtıcı bir tazelik var. Kelebek ölüme yazgılıdır elbette. Biz de öyleyiz. İnsan yaşamının sıçramalı çizgisiyle kelebeğin yazgısı arasında bir paralellik var mı?
‘Kelebeğin Ölümü’, bir resmin adı, biten bir projenin içerisinde yer alan, gözümü üstünden ayıramadığım bir çalışma. Pandemi dönemine rastgelen projeye ve devamındaki serginin oluşmasına ışık oldu. Ölüm, katışıksız ve korkunç bir yazgı. İnsan, ölümün bir gün kendisini hatırlayacağını bilir. Erteleyebileceğini hayal eder bu yazgıyı. Umut da hazırda bekler hep. ‘Kelebeğin Ölümü’ sadeliğin, özetlenmiş olanın güzellikle buluşması gibi... Yaşayarak, üreyerek yarına kalma eyleminin de bir parçası aslında bu ölüm. İnsanın yok etmeye yatkın evrensel tutumu, unutulmama kaygısıyla birleşince ben sizin kurduğunuz paralelliğe şüpheyle yaklaşma eğilimi gösteriyorum. Kelebek bir alev topu, can içre bir ateş, parlayıp sönüyor. İnsan bunu değiştirmek istiyor. Ama sonuç değişmiyor. Ve kelebeğin de insanın da dairesi başladığı yere dönüyor.
Salgın günlerinin dehşetini anımsayarak ölüm ve iyileşme haberleriyle, en yakınımıza sokulan hastalığın yıkıcılığıyla ‘Kelebeğin Ölümü’ seçkisi arasında bir ilişki kurmadan edemiyor insan. Siz bu ölüm-dirim diyalektiğine nasıl bakıyorsunuz?
Yaşadığımız süreç yalnızlığın, tükenmişliğin, kaçıp durduğumuz o yazgının canımıza kadar sokulduğunu hissettiriyor. Belki içten içe bunun bir son olmadığını biliyoruz. Ve çaresizliğimizi kaba ve acımasızca süslüyoruz. ‘Kelebeğin Ölümü’, bir dönüşüm benim için de. Şüphesiz ölüm ve dirimin bu kadar yakın olması, neredeyse iç içeliği büyüleyici. ‘Kelebeğin Ölümü’, tekrarlanan bir mağlubiyetin açığa çıkması sanki. Sanat gibi...
Sergide yer alan resimlerdeki tedirginlik hissinin kaynağını nerede aramalıyız? Bu tedirginlik geçici tehlikelere ve umudun eşikte bekleyişine mi işaret ediyor?
Tedirginlik yeni olmayan, zaman zaman saklanan ve beslenen bir kimlik bende. Umudu büyüttüğümüz kadar tehlikeyi de selamladık. Yaşanmış ve yaşanmakta olan karanlık ve acı süreçlerin, yani hayatımın, hayatlarımızın resmimde kendine yer bulması kaçınılmaz. Bu tedirginlik olumsuz sonuçlarının aksine benim savaşçı yanımı diri tutuyor. ‘Kelebeğin Ölümü’ seçkisi, tehlike ve umudun yan yana salındığı, sessizleşen yüzeylerde kırgın figürlerin boy gösterdiği bir bütün. O figürlerin renksiz ve silik hayatlarına açılan bir pencere.
Seçkinizde rengin gittikçe yalınlaşması, figürün anbean sönükleşmesi ve nihayet renk ile temanın bütünleşmesi dikkat çekiyor. ‘Az’ renkle ‘çok’ hayat anlatılabilir mi?
Hayatın renkli görünmesinin aldatıcı bir yanı olduğu kadar rengin hayatı çekici kılan bir büyüsü de var. Az elemanla ortaya konmuş, yoğun, özellikle de renkliliğin göz okşayıcılığından uzak yapıtlar bunlar. Az renkle çok hayat anlatılabilir. Çoklu hayatların sağlamasını da ben ancak kendi hayatımda yapabilirim. Benim hayatım -hepimizin hayatı gibi- pek çok hayatı barındırıyor. Sessiz ve insanı sıkıştıran yüzeyleri boyamak, bu geçişken hayatlar için tek anlatım yolum.
‘Kelebeğin Ölümü’, sizin hayat ve sanat maceranızda hangi durağa işaret ediyor?
Bir süredir gecenin koyulaşan karanlığında siren seslerinin izini sürerken kendimi kelebeğin karşısında buldum, bunun anlamlı olduğuna beni gece ve kelebek ikna etti. Bu seçki karanlıkta gölge aramak gibi bence. Benim maceramda hangi durağa işaret ettiğini zaman göstersin isterim. Şimdilik ona kargaşa, çığlık ve hüzün sireni olarak bakmakla yetiniyorum.
Ali Kotan’ın ‘Kelebeğin Ölümü’ başlıklı sergisi 19 Ekim’e kadar Ankara Siyah Beyaz Sanat Galerisi’nde.