Güncelleme Tarihi:
1950 doğumlu Hakan Nesser, Kumla’da doğdu ve Uppsala’da ortaokul öğretmeni olarak çalıştı. Yazmaya geç başladı; ilk romanı ‘Koreografen’ (Koreograf, 1988) yayımlandığında ‘yolun yarısı’nı geçmişti. Nesser başarıyı, ilk macerası -’Kurtların Saati’- 1993’te yayımlanan ‘Dedektif Van Veeteren’ dizisiyle yakaladı. 10 kitaplık bu seri 20’den fazla ülkede yayımlanmış ve dünya çapında 10 milyondan fazla satmış, çok sayıda prestijli ödüle değer görülmüştü. 1993-2003 arasında yazdığı ‘Dedektif Van Veeteren’ serisini 2006-2012 yılları arasında yazdığı ‘Dedektif Gunnar Barbarotti’ serisi izledi. Bu iki popüler serinin dışında farklı türlerde ürünler de veren Nesser, üç kez ‘En İyi İsveç Suç Romanı’ ödülünü kazanan ilk, ‘Danimarka Rosenkrantz Ödülü’nü iki kez kazanan tek yazar oldu. Ayrıca 2010’da Ripper Ödülü’ne layık görüldü.
GEÇMİŞTEN GELEN...
Van Veeteren serisinin ilk macerası ‘Kurtların Saati’ bir cinayet sahnesiyle açılıyor. Bir adam genç ve güzel karısını banyoda ölü buluyor ama o kadar sarhoş ki cinayeti kendisinin işleyip işlemediği hakkında bir fikri yok. Elbette olaya bakan Mardam cinayet masasının başında Dedektif Van Veeteren var. Ancak sorgulama sonuç vermez, adam olup biteni hatırlamadığında ısrar eder ve mahkemede cezaya çarptırılır. Sonuç dedektifi tatmin etmemiştir. Dosya kapanmasına rağmen soruşturmayı sürdürür. Sonunda cinayetin arkasında ölen kadının hayatındaki başka olaylarla ilintili olduğunu, geçmişin şimdiki zamana dokunmayı asla bırakmadığını fark edecektir...
Serinin ikinci macerası ‘Borkmann’ın Noktası’nda bu kez Mardam yakınlarındaki küçük bir İsveç kasabasındayız, Kaalbringen’de... Hikâyenin başlangıcı Amerikan bestseller tarzı romanları hatırlatıyor. Zira katil cinayeti balta ile işliyor, daha doğrusu cinayetlerini... Art arda işlenen her üç cinayetin silahının da balta olması, bu küçük kasabada psikopat bir seri katilin varlığı konusunda paniğe yol açacaktır. Van Veeteren her cinayet için bir dolu kanıt ve bilgi toplamış ama henüz bir sonuca ulaşamamıştır. İşte o zaman Borkmann’ın Noktası’na ulaştığını düşünür. Yanında staj yaptığı emektar polis dedektifi Borkmann’ın işaret ettiği nokta aslında zamanla ilgilidir: “Daha fazla bilgiye ihtiyaç duymadığımız, bu noktaya ulaştığımızda, durumu iyi bir düşünce örgüsü değil, hiçbir ek araç olmadan çözebileceğimiz an”dır Borkman Noktası. Ve bu tam olarak bu noktada, Müfettiş Van Veeteren, Baltacı’nın kimliğine ve kurbanların ortak noktasına odaklanacaktır. Bir kez daha geçmişi deşmek zorundadır...
Hakan Nesser’in yeni edisyonunun üçüncü kitabı ‘Tom’, yazarın üçü filmlere uyarlanan kısa öykülerinden oluşan ‘Intrigo’ isimli koleksiyon içerisinde yayımlanmış. Yer yine Mardam. Orta sınıf bir ailenin aldıkları bir telefon ile düştükleri şaşkınlık ve paniği işleyen hikâyede geçmişin sırları yavaş yavaş ortaya çıkar. Yalanlar, geçmişten kaçtıklarını düşünen insanlara musallat olmak için sanki geri gelmiştir. Hakan Nesser’in tarzını anlayabilmek adına, belki de Van Veeteren serisinden bile daha çok ipucu barındıran ‘Tom’, insan doğası ve psikolojini, suçun ardında yatan saikleri araştıran gerilimli hikâyesi ile Simenon tarzına yaklaşıyor...
KUZEY’İN MAIGRET’İ
‘Kurtların Saati’, ‘Borkmann Noktası’ ve ‘Karambol’ü okuduktan sonra Hakan Nesser’in ‘Martin Beck’ dizisinin yaratıcıları Maj Sjöwall-Per Wahlöö ikilisinin mirasçısı olduğunu söylemek mümkün. Polisiye işlemlere ağırlık vermesi, suçun toplumsal karşılığını araması, suçlu ve polis tiplemeleri, Nesser ile Maj Sjöwall-Per Wahlöö ikilisini yakınlaştırıyor. Ancak insan doğasına ve psikolojik tahlillere daha çok yer veren Nesser polisiyelerinde Simenon etkisini de ihmal etmemek gerekir. Bu etkinin somutlandığı karakter ise ‘Martin Beck’ten ziyade Simenon’un ‘Maigret’ini hatırlatan Dedektif Van Veeteren oluyor elbette. Psikolojik anlamda keskin görüşlü, küçük ayrıntıları değerlendiren, örüntüleri çözebilen ve büyük resmi görebilen bir dedektif. “Altıncı hissi bir kadınınki kadar kuvvetli.” Van Veeteren ilk macerada 50’li yaşların ortalarında. Sorunlu bir evliliği yeni bitiren Van Veeteren’in iki yetişkin çocuğu var. Kızı hayatını kurtarmış ama uyuşturucu bağımlısı oğlu Erich sürekli bir üzüntü kaynağı. Her macerada özel meseleleri sürüp gidecek, biraz daha yaşlanacak ve sonlara doğru dedektiflikten ayrılıp bir kitabevi sahibi olarak çıkacak karşımıza.
Sıradan suçlar, Nesser’in anlattıkları. Polisler de süper kahramanlar değil. Maddi sıkıntılar çeken, ailevi sorunlar yaşayan, kimileri arızalı insan tipleri. Bilmecemsi cinayetlerle, gözü dönmüş katillerle, psikopatlarla, neredeyse metafizik kötülük halleriyle ilgilenmiyor. Yaptığı, bir suç çerçevesinde insanlık hallerini araştırıp çözümlemek. “Neden suç romanı yazıyorsunuz?” sorusunu “Ölüm olduğunda yaşamla ilgili önemli sorular sorarız” diye yanıtlayan Nesser, polisiye vakaların soruşturmasını bir insanlık durumu sorgulamasına çeviriyor. Van Veeteren’in cümleleriyle örnekliyorum: “Hayat bize bazı koşulları empoze eder, eğer bu meydan okumayı kabul etmezsek, taşlaşırız. Aslında bir seçeneğimiz yoktur.”
“Etkili olan biricik yol eylemdir. Her türlü koşulda insan demek eylem demektir. Homo Agentus. Yap, bir şey yap! Tanrı aşkına! Görünüşte ya da gerçekten bir şey yap!”
“Suç, toplumla bireyin ahlak anlayışları arasındaki çatlaktan doğuyor.”
Bu alıntı ise birlikte çalıştığı bir kadın dedektiften: “Bazı cinayetlerde bir tür zorunluluk olması, diğer her eylemden daha baskın olan bir şey; eğer o şey hiç gerçekleşmese o cinayetler de asla gerçekleşmezdi, gerçekleşmesine gerek olmazdı. Bir alternatif olsaydı. Zorunluluk. Keder, kararlılık ve zorunluluk...”
Bireyi suç işlemeye iten kederleri, kararlılığı ve suçun zorunluluğa dönüşmesini ihmal etmeyen, ırkçılık ya da uyuşturucu türünden toplumsal sorunlara dokundurmalar yapan Nesser polisiyeleri, çok gerçekçi bir atmosfere bürünüyorlar. Tuhaf olan, böylesine gerçekçi bir atmosferin tümüyle hayali bir ülkede ve şehirde kurulabilmesi. Van Veeteren dizisine ev sahipliği yapan 300 bin nüfuslu Mardam şehri tümüyle kurgusal; ismi verilmeyen ancak İsveç, Hollanda, Polonya ve Almanya’ya benzeyen bir Kuzey Avrupa ülkesi şehri. Dedektif Müfettiş Gunnar Barbarotti serisinde ise ülke belli; İsveç ama İsveç’in güneyindeki küçük Kymlinge kasabası tümüyle hayali. Nesser kurmaca mekânlar, kurmaca karakterler, kurmaca olaylarla daha gerçek bir dünya yaratmayı başarıyor. Elbette dilin ve tasvirlerin gücüyle.
“Kaalbringen. Toplum düz ovalardan doğudaki yüksek kıyılara uzanan kuşağa sıkışıp kalmıştı. Yuvarlak körfez, açık denizi parmak gibi işaret eden küçük ada, limanda işlek bir giriş, rıhtım ve dalgakıran, marinada mendireklere sürten lüks yatlar ve yolcu gemileri... Harabeye dönmüş Aziz Hans Manastırı’nda uzun bir süre geçirdi, rüzgarı ve çığlıklarla dans eden martıları dinledi; caddelere, meydanlara ve üst üste inşa edilmiş evlere baktı. Aziz Bunge, Aziz Anna ve Aziz Pieter kiliseleri: bakır, bakır ve kırmızı tuğladan inşa edilmişlerdi. Arka kısımları karaya, ön cepheleri denize bakan iki otel, The See Warf ve eski Bendix; binaları bir kılıç gibi yaran belediye koruluğu; Rikken ve Werdingendeki malikaneler”...
BORKMANN NOKTASI
Hakan Nesser
Çeviren: Evgin Serbest
Indie Kitap, 2019
320 sayfa, 32 TL.
KURTLARIN SAATİ
Hakan Nesser
Çeviren: Evgin Serbest
Indie Kitap, 2019
304 sayfa, 32 TL.
TOM-INTRIGO1
Hakan Nesser
Çeviren: Evgin Serbest
Indie Kitap, 2019
136 sayfa, 22 TL.