Güncelleme Tarihi:
Amerikalı yazar, şair ve müzisyen James Sallis, 1944’te Arkansas’ta doğdu. Aralarında ‘Lew Griffin’ dizisi, film uyarlaması Oscar ödülü kazanan ‘Drive’, ‘Cypress Grove’ ve ‘The Killer Is Dying’ de olmak üzere 16 romanın yanı sıra çok sayıda hikâye, şiir, inceleme ve deneme yayımladı. ‘Crime fiction’ türünde edebi mükemmelliğiyle Hammett Ödülü’ne ve Grand Prix de Littérature Policière’nin ömür boyu başarı ödülüne değer görülen Sallis halen Arizona’da yaşıyor ve yazmayı sürdürüyor...
POLİSİYE GİBİ BAŞLAYIP...
Hızlı ve suç konusunda vaatkâr cümlelerle başlıyor hikâye; “Cesetleri kasabanın iki mil dışında, eski çakıl ocağının yakınlarında bulduk. Tom Bales’in sabah erkenden ava çıkmış olduğu sırada köpeği Mattie ele geçirdiği bıldırcını yere bıraktı, bir parça endişeli olarak toprak kalkana dek depar attı ve yerinden kımıldamadı. Tom seslendi, Mattie ona doğru sıçradı ve hemen havlayarak etrafında daire çizmeye başladı. Tom nihayet oraya doğru yürüdüğünde onu şaşkınlığa uğratan şey, koku oldu...”
Cesetler ve o cesetleri oraya bırakan katil ya da katillerin varlığını ilan eden bu girişi alışılageldik bir ‘best seller’ tarzı seri katil polisiyesinde okusaydık -hiç şüphe yok ki- cinayet sahnesinin detektifin bakış açısından uzun uzadıya anlatıldığına tanık olacaktık. Oysa ‘Willnot Kasabası’ beklediğiniz türden bir roman değil. Doğrusunu söylemek gerekirse beklediğinizden daha iyisi. Nitekim ikinci cümleden itibaren Sallis’in anlatımındaki farklılık, ayrıntı zenginliği ve edebi üslup dikkatleri farklı yöne çekiyor. Sanki “Bildiğiniz suç kurgularını unutun ve farklı bir okuma sürecine hazırlanın” demiş James Sallis; “Çakıl ocağında keşfedilen cesetleri bırakın ve cinayetlerin insanlar üzerinde bıraktığı etkilere odaklanın...”
Gerçekten de sayfalar ilerledikçe soruşturulan cinayetler ile kasabadaki yüzeyde dingin, derinlerde hareketli hayat arasında bir denge kurulacak ve anlatı çoğu zaman olaylardan ziyade Dr. Lamar Hale’in iç dünyasında dolaşacak. Hale, iyi niyetli, şefkatli bir kasaba doktoru. Ve insanlık durumu hakkında düşünceleri olan keskin bir gözlemci. Onun gözlemleri eşliğinde kendisine, ailesine, meslektaşlarına, hastalarına, arkadaşlarına ve eksantrik küçük kasaba yaşantısına uzanan anlatı, olaylardan ziyade hayatı öne çıkarıyor.
Olaylar hayattan kopuk ya da büsbütün önemsiz değil elbette. Bu nedenle başa dönüp gelişmeleri kısaca özetleyelim: Cesetler incelenmek üzere morga getirilir. Kasabalılar olup bitenler karşısında tepkili, Şerif Hobbes ise şaşkındır. Tahkikat sürerken ansızın Dr. Hale’in eski bir hastası olan Bobby Lowndes çıkar ortaya. Eski bir asker, Irak’ta ya da Afganistan’da savaşmış keskin bir nişancı. Bobby’nin kasabaya neden geldiği, cesetlerle ilgisinin olup olmadığı gizemini korurken, onun izini süren FBI ajanı da çalar Lamar Hale’in kapısını. Bütün bunlar olup biterken gündelik işler de sürmektedir ve Dr. Hale, kendisine çok uzak bu ‘kriminal’ vakaları takip etmekten ziyade sevgilisiyle sürdürdüğü gündelik yaşamıyla, ofisindeki hastalarla, evindeki yaşlı kedisiyle ve kendisini hiç rahat bırakmayan geçmişin anılarıyla ilgilenmektedir. Ne var ki kötülük bir kez adım atmıştır kasabaya...
ATMOSFER YARATMAK
Hikâyenin mekânı gerçekte var olmayan -isim oyunu ile geleceği de olmayan- Willnot kasabası. Sallis böyle bir mekânı bir metafor olarak kullanmış; Amerikan taşrasının metaforu.
Sallis’in zamanın akışına direnen, klişesiz, reklam tabelasız, AVM’siz kasabası Willnot, göründüğü kadar huzur dolu bir yer değil. Evet, kendisine basit bir hayat, sakin bir toplum ve küçük bir yer arayan insanları çeken bir yanı var ama başka yerler gibi Willnot kasabasının da dış olaylara karşı zırhı olmadığı gibi kendi içinde gerilimler barındırıyor. Nitekim bulunan cesetler kasabanın göletine atılan bir kaya etkisi yapacak, ortaya çıkan dalgalar geçmişe ve günümüze genişleyerek yayılacaklar.
‘Willnot Kasabası’nı sıradan bir polisiye gibi okumak niyetindeyseniz, beklentilerinizi hafifletmeniz gerekir. Buna karşılık zihninizi daha geniş ve çok daha zorlayıcı bir deneyime açmalısınız. Evet, hikâyede çözülecek gizemler ve yapılması gereken bağlantılar var ama bir detektif romanında verildiği türden ipuçları yok. Muğlak ve kopuk parçaları Lamar Hale’in felsefesi etrafında birbirine bağlamak okuyucuya düşüyor. James Sallis’in görünüşte birbirinden farklı akan anlatı kanallarını birbiriyle ilişkilendirmesindeki mantığı kavramaya çalışmalısınız. Tuhaf hikâyeler anlatıyor Sallis; yaşam ve ölüm, soytarılık ve bilgelik, geçmiş ve gelecek hakkında kimisi yüzeysel ve önemsiz, kimisi derin anlamlara açılan... Ama asıl önemlisi, okuyucuları kendileri ve diğer insanlarla ilgili düşüncelerini sorgulamaya davet ediyor.
Bu açıdan bakıldığında ‘Willnot Kasabası’nın bir David Lynch filmini andırdığını söyleyebilirim. Her şey çok açık ve çok sıradan, öte yandan görünenlerden çok daha karanlık bir gerçeklik ya da gerçekdışılık hissediyoruz. Cinayet-soruşturma-çözüm kurgusuna uymuyor ama romandaki atmosfer yaydığı tekinsizlik duygusuyla rahatsız edici... Sanki her an her şeyin olabileceği beklentisi uyandıran bir atmosfer yaratmış Sallis. Ve beklentileri boşa da çıkarmamış...
Sadece mekân değil zaman kurgusunu da çok şaşırtıcı bulduğumu söylemeliyim. ‘Willnot Kasabası’nda geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek arasındaki sınırlar belirsiz. Öyle ki Lamar Hale sanki hem geçmişte hem de günümüzde yaşıyor. Ve belki de gelecekte. Tıpkı Hale’in Soren Kierkegaard’dan alıntıladığı gibi; “Hayat ileriye doğru yaşanır, ancak geriye doğru anlaşılabilir.”
Az sayfaya sığdırdığı çok fazla konu, tema ve karmaşık insan tipiyle, keskin diyalogları ve felsefi arka planıyla, yarattığı atmosferle basit bir türleşmeye meydan okuyan Sallis, ‘Willnot Kasabası’yla belki de kendi türünü yaratıyor...
WILLNOT KASABASI
James Sallis
Çeviren: Özde Çakmak
Ayrıntı Yayınları, 2018
192 sayfa, 18 TL.