Güncelleme Tarihi:
Yazı ustası Jack London, kitaplarında mekân olarak Alaska ve Kanada’yı kullanır. Öykülerinde kar, soğuk, zorlu tabiat koşulları ve vahşi kapitalizm hüküm sürer. Herman Melville de ‘Moby Dick’ romanında dev beyaz balina Moby Dick ile Kaptan Ahap arasındaki gerçek bir nefret hikâyesini anlatır. Hull’da büyüyen yazar Ian McGuire, tarihsel kurgu türündeki ‘Kuzey Suları’nda hem Herman Melville hem Jack London’a benzer bir yol izliyor: Karlı, soğuk, zorlu tabiat şartları, para için her şeyi yapabilecek insanlar ve gerçek bir nefret hikâyesi... Hem birbirine zıt özelliklere sahip iki karakter hem de insan ve doğa arasındaki mücadeleyi anlatan ‘Kuzey Suları’, İngiltere’nin liman kenti Hull’da 1859 yılında başlıyor. Parafin ve kömür yağı balina yağının yerini almış. Kuzey Denizi’nde devam eden balina avcılığı ölmek üzere. Kitabın başında hikâyenin ‘kötü adamı’ (ki burada kitapta ‘iyi adam var mı?’ sorusunu sormak gerekiyor) zıpkıncı Henry Drax ile tanışıyoruz. Henry Drax, insandan çok hayvanı andıran içgüdüleriyle yaşayan biri. Adeta kötülüğün vücut bulmuş hali. Kendini “Ben bir sanatçı ya da düşünür değilim. Eğilimleri takip ediyorum” diyerek tanımlıyor. İlk 12 sayfa içinde Drax, bir adamı vahşice öldürüyor. Daha sonra kendisini tuzağa götürmeye çalıştığından şüphelendiği 12 yaşındaki bir çocuğa tecavüz ediyor. Tecavüz sırasında söylediği “Ben lanet birisiyim. Becerilen değil hep becerenim” sözü ‘Kuzey Suları’nın nasıl bir dünyada geçtiğini anlatıyor. Henry Drax, buradan mürettebatı olduğu ve Grönland’da balina avlayacak Volunteer gemisine gidiyor.
Gemide romanın diğer kahramanı Patrick Sumner ile buluşuyoruz. Henry Drax ile ezeli rakip olacak eski ordu cerrahı Patrick Sumner Hindistan’da görev yapmış. Ölen amcasından miras kaldığını, ancak bu konuda mahkemelik olduğunu belirterek kısa bir süre için bu işi yapacağını söylüyor. Ancak gemidekiler bunu inandırıcı bulmuyor. Sumner, bacağına gelen mermiden sonra afyon bağımlısı olmuş durumda. ‘İç güdüleriyle yaşayan’ Drax ile ‘aklı selim’ Sumner’in karakterleri arasında çatışma yaşanacağı kitabın başından itibaren belli oluyor. İki tezat karakter arasındaki mücadeleyi yazar tarafsız bir şekilde anlatıyor ve kararı okuyucuya bırakıyor. ‘Kuzey Denizi’nin gücü, kahramanlar arasındaki şiddetli ve vahşice ilişkiyi son derece yalın bir şekilde aktarmasından geliyor. Hikâye ilerledikçe gemi Kuzey Suyu üzerinde izole edilmiş ahlaki açıdan boş bir evrene dönüşüyor. Bu evrende şiddet o kadar çok ki rutin hale geliyor. Miçolara tecavüz edilip öldürülüyor. Balinalar vahşice katlediliyor. Anne bir ayı yavrusu sirke satmak için vuruluyor. Balina avının nasıl yapıldığı da son derece detaylı bir şekilde kitapta yer alıyor. Öykü ilerledikçe insanlar birbirine ihanet ediyor ve ölüyorlar. Kitapta mistik bir şekilde gördüğü rüyalarla ‘spoiler’ veren bir karakter de bulunuyor. Kitaptaki ilginç bir ayrıntı da 2016 yılında Leonardo DiCaprio’ya en iyi erkek oyuncu Oscar’ını getiren ‘The Revenant’ (Diriliş) filmindeki donmadan kurtulma sahnesinin bir benzerinin olması. Kahramanlardan biri donmamak için bir ayının peşine düşüp onu öldürüyor. Hayvanın kan ve idrarını içerek, postuna girerek hayatta kalıyor. Sözün özü ‘Kuzey Suları’nda karanlık öykü büyük bir ciddiyetle işleniyor. Herkese hitap etmese de kitap ‘sert öyküleri sevenler’ için biçilmiş kaftan. ‘Karanlık evren’ sizi o kadar çekiyor ki, kitabı bitirmeden elinizden bırakamıyorsunuz.