2000’li yılların başında Tophane bölgesini de içine alan ve Karaköy’e uzanan güzergâh art arda açılan sanat galerileriyle İstanbul’un sanat merkezi olma yolunda hızlı bir değişim göstermişti. Boğazkesen Caddesi’nin bir ucundan girdiğinizde iki tarafa sıralanmış ve ara sokkaklara uzanan galeriler sürekli bir sanat fuarının içinde gezdiğiniz izlenimi verirdi. Her ay yenilenen sergileri gezmek için semt semt dolaşmanıza gerek kalmazdı. Çağdaş sanatın kalbi adeta burada atıyordu. Bu güzergâh daha sonra Karaköy’e kadar uzadı. Şehrin yeni gözde merkezlerinden biri haline gelen Karaköy de yeni açılan 4-5 galeriyle sanat izleyicisinin uğrak yeri haline geldi. İstiklal Caddesi’ne girip Akbank Sanat’la başladığınız sergi turunuza Yapı Kredi Kültür Sanat, Mısır Apartımanı, Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi, Salt Beyoğlu, Arter, Borusan Sanat ve Pera Müzesi ile devam eder, küçük bir dinlenme molasından sonra Galatasaray’dan Tophane’ye inip Karaköy’e varırdınız. Orada açılan 5-6 galeriyi de gezdikten sonra hem o dönemde üretilen işleri görmüş hem de estetik bir doygunluğa ulaşmış olurdunuz.
TOPHANE’DE HAT KOPTU
Bölgede kurulan bu sanat hattı ne yazık ki Tophane bölgesindeki sergi açılışlarında sözde ‘alkol kullanılıyor, taşkınlık yapılıyor’ gerekçeleriyle yapılan baskınlar ve sanat izleyicisinin tartaklanması sonucu bir süre sonra koptu. Galeriler bir bir kapandı, başka bölgelere taşındı. Bu hat kopukluğundan Karaköy’dekiler de nasibini almakta gecikmedi. Ziyaretçi sayısı gün geçtikçe azaldı ve onlar da teker teker kepenklerini kapatmak zorunda kaldı. Bölgede oluşturulan o güzel enerji bir anda yok olup gitti.
Son ana kadar Karaköy’de direnen isimlerden biri, artSümer’in kurucusu ve sahibi Aslı Sümer’di. 2011’de açtığı galerisini tek başına bölgede ayakta tutmaya çalıştı. Sanat Galericileri Dayanışması olarak bu duruma çözüm üretmek için toplantılar yaptıkları, karar olarak da aynı lokasyonlara doğru toplanmaya çalışalım dedikleri bir anda yolu arkadaşı ve Juma Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kemal Ersu’yla çakışır. Ersu butik otel ya da restoran açmak için yaptığı binayı turizmdeki durgunluğu da göz önünde bulundurarak modern sanatın yaşadığı bir mekâna dönüştürmeyi düşünür. Aslı Sümer’le konuşmalarında pek çok galerinin tek mekânda toplama fikri olduğunu öğrenince burayı sanat merkezine dönüştürmeye karar verir.
BİNA İHTİYACA GÖRE YAPILDI
Ahmet Kemal Ersu binayı çağdaş sanat merkezine dönüştürme fikrini şöyle anlatıyor:
“Türkiye’de modern sanatın yaşadığı sıkıntıların farkında olan ve sanat dünyasının içinde biri olarak, galerilerin yaşadığı zorlukları biliyordum. Sanatın yaşadığı, Taksim gibi ruhu olan bir lokasyona ihtiyacı olduğu kanısındaydım. Karaköy bu anlamda Beyoğlu’ndaki galeri getirebilmek için doğru bir lokasyondu. Elbette bu süreçte Türkiye’de modern sanata bir katkı yapabilmek adına, biz de Juma olarak ticari anlamda fedâkarlık etmek durumdaydık. Sanat galerileri açısından da ilk kez onlara adanmış, sıfırdan kendi ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiş sergi alanlarına sahip olma fikri onları da çok heyecanlandırdı. Daha önce hep mevcut yapıların içine girerek kendilerini adapte ettikleri yapılardan ziyade, tamamen ihtiyaçlarına göre dizayn edebildikleri yeni bir binaya taşınmış oldular.”
İSTİKLAL’DE İKLİM DEĞİŞTİ
Bir dönem bünyesinde altı galeri birden barındıran İstiklal Caddesi’ndeki Mısır Apartımanı’ndan iki önemli galeri, Pi Artworks ve Galeri Nev de buradaki yerini aldı. Gerek İstiklal Caddesi’ndeki olumsuz değişim gerekse yeni bir mekânın olanaklarından yararlanma ve dayanışma içinde olma isteği gibi etkenler onların da projeye dahil olmasını sağlamış.
Mısır Apartımanı’nın en eski sakinlerinden Galeri Nev’in sahibi Haldun Dostoğlu, İstiklal Caddesi’ndeki ‘iklim değişikliği’ne dikkat çekiyor taşınma kararını etkileyen şeylerin başında: “Binayı gördüğümüzde döşeme ve kolondan ibaretti. Yani bu benim taşındığım üçüncü yer. Ve ilk defa bir yeri yıkıp galeriye çevirmeyeceğiz, zaten galeri olarak tasarlanan bir yere geçeceğiz. Bu, heyecan vericiydi. Galerilerin bir araya gelmesi de hep arzu ettiğimiz bir durumdu, Aslı’nın da dediği gibi. Mısır Apartımanı’nda farklı mıydı, hayır aynıydı. Orada da bu sinerji devam ediyordu. Ama İstiklal Caddesi’nde bir ‘iklim’ değişikliği mevcut. Kültür-sanat hayatını düzenleyenler bunun böyle olmasını mı arzu ettiler yoksa etkileri yok muydu bilemiyoruz fakat İstiklal Caddesi’nde ‘iklim’ değişiyor. Bu demek değildir ki İstiklal’de resim bitecek, hayır bitmez. Çünkü burası şehrin ana arteri ve nerelerden nerelere gelmiş. Ondan dolayı İstiklal, İstanbul kültür haritasından çıkmaz. Ama galeriler iktisadi ve sosyal durumlardan dolayı kendilerine yeni yerler arıyorlar.”
HARİTA DEĞİŞİYOR
Mısır Apartımanı’ndan gelen bir diğer galeri Pi Artworks’ün sahibi Yeşim Turanlı da galerilerin lokasyon haritasının değiştiğini söylüyor:
“Yaklaşık 20 sene önce Ortaköy’de kurulduğumuzda orada tek başınaydık ve yaklaşık 10 sene kaldık. Ki bu çok uzun bir süre. Ben hep başka galeriler ile birlikte olma arzusu içinde daha sonra Tophane’ye taşındım. O dönem Tophane de çok gelişmişti hatırlarsanız. Ve tatsız Tophane saldırısından sonra da çözülme başladı. Biz 1-1.5 sene daha orada kaldıktan sonra Mısır Apartımanı’na geçtik. Mısır Apartımanı’na da altıncı galeri olarak geldik. O dönemin başlarındaki sinerji de çok güzel devam ediyordu. Ve sonra çeşitli etkenlerle oradan da ayrıldık. Ayrışma ve dağılma oldu. Dolapdere’ye doğru da bir kayma var galeri bölgesi açısından. Galeri haritası bence yine değişmekte. Çok sevdiğim arkadaşlarımla beraber olmak çok pozitif, güzel projeler yapılacak burada.”
Tophane’de faaliyete başlayan ve oradaki olaylardan etkilenerek yer değiştirmek zorunda kalan bir diğer galeri de Mixer. Galerinin sahibi Hamit Hamutçu da büyük umutlarla Taksim’e çıktıklarını ancak buradaki o iklim değişiminin kendilerini de etkilediğini belirtiyor ve ekliyor: “Çünkü zor bir iş yapılıyor ve birlikten kuvvet doğar. Ne kadar yakın durursak o kadar iyidir.”
Adres: Mumhane Cad. No:48-50/ Karaköy
DÖRT KAT DÖRT GALERİ
Galeri Nev İstanbul
‘Ufkun Altında’, İnci Eviner
Galeri Nev İstanbul, Karaköy’deki yeni adresinde sezonu İnci Eviner’in kişisel sergisi ile açtı. Sergide, Eviner’in uluslararası seyirciyle buluştuktan sonra, İstanbul’da ilk kez sergilenecek iki video çalışması yer alıyor.
İnci Eviner 2016’da İstanbul Modern’de gerçekleştirdiği retrospektif sergisinde desen, video ve performatif pratiklere kadar uzanan çok katmanlı çalışmalarına mekânı dahil ederek yapıtlarına yeni bir boyut kazandırmıştı. Galeri Nev İstanbul’da açılan ‘Ufkun Altında’ isimli kişisel sergisi de bu anlayışın uzantısı olarak, Eviner’in desenle başlayan yaratım sürecini farklı aşamalarda gözler önüne seriyor.
Videolardan ilki Eviner’in 2016 Aichi Trienali daveti ile ürettiği ‘Olağan Şartlar’ adlı üç kanallı video yerleştirmesi, izleyiciyi hayatın olağan akışının güvenli sularında dolaştırırken birden sonu gelmeyen korku dolu bir sürekliliğe kilitliyor. Sanatçı güven duygusunun neredeyse her gün biraz daha bizlerden uzaklaştığını hissettirerek olup biten felaketlerin irademizin dışında, kendi başına bir varlık gibi sürüp gittiğini ve daha da kötüsü buna alışma tehlikesini ifade ediyor. ‘Olağan Şartlar’ sanki insan zihnini paralize ederek şiddetin nasıl olağan hale geldiğini
rüya ile gerçek, yeryüzü ile yeraltı arasına sıkışmış bir aralıktan ortaya çıktığını gözler önüne seriyor. Patlayan bombanın ardından süpürülen cam kırıklarıyla, parkta piknik yapanlar aynı zaman diliminin failleri olarak yer alıyorlar.
Sergideki diğer video eser ise bu sene sanatçıya 13. Sharjah Bienali ödülünü kazandıran videosu ‘Yeraltında Beuys’. Eviner’in 2011 yılında yaptığı aynı adlı desenden esinlenerek yarattığı video bir distopya. Bilinmeyen bir zaman ve mekân duygusunu günümüzdeki toplumsal ve bireysel yaşamın politik gerilim ortamına taşıyarak yeniden kurgulayan sanatçı, hayali bir toplumda, insanların baskı ve zulümle ötekinin yok edilmesi sonucu hafızalarının silinmesinden ve bunun sonucunda yaşadıkları felaketle başa çıkma biçimlerinden söz ediyor. Videoda izlediğimiz bireyler çareyi kendilerine yeni bir dünya yaratmak için ölesiye çalışmakta bulup, sanattan yola çıkarak yerin altında tüm nosyon, kavram ve dilleri yeniden icat etme çabasına girişiyorlar. Metafor ve simgelerin üzerinde çalışarak onları yeniden şekillendiriyorlar. Amaçları bir toplum yaratabilmek için gereken şartları oluşturmak. Bu yüzden dil ve nesne arasındaki kopukluğu onarmaya çalışıyorlar. Anlam dizgelerini yeniden kurgularken pek çok tuzağa düşüyorlar ve bu yüzden sanat tarihinde en fazla güvendikleri Beuys’un iyileştirici gücünden medet umuyorlar. Beuys ufuk çizgisinin altında hapsolan toplulukla ilişki kurmaya çalışıyor.
MİXER‘o+oma+a’
FOTOĞRAFLAR: LEVENT KULU
Sanatçılar: Ahmet Duru, Ali Elmacı, Ali Şentürk, Alican Leblebici, Ayşe Hilal Ateş, Berk Yüksel, Elif Esen, Evren Erol, Gökçen Dilek Acay, Hasan İlkan Cebeci, Meliha Sözeri, Meltem Şahin, Murat Can Kurşun, Nur Gürel, Oğuz Emre Bal, Özcan Saraç, Özgür Ballı.
Mixer ise yeni mekânını‘o+oma+a’ isimli teknoloji ve insan arasındaki organik sınırların ince çizgisinde ilerleyen bir sergi ile açtı. Adını insan ve makinelerin matematiksel etkileşimini inceleyen Otomata teorisinden (Automata Theory) alan sergi, fiktif bir makinenin hikâyesini konu alıyor. İzleyiciyi göremediği, fakat varlığını içten içe hissettiği ve sanatçıların üretim süreci ile doğrudan ilgili olan bu makinenin nasıl işlediğine ve neye benzediğine dair bir keşif süreci ile baş başa bırakıyor.
İnsanın makineleştiği ve makinelerin insansılaştığı ve çağdaşın sürekli sorgulandığı bir dönemde sergi, teknoloji ve bilim desteğiyle üretilen eserlerin gün geçtikçe yeni formlar ve yeni sergileme şekilleri oluşturacağını öngören ‘Buluşçu Manifesto’yu yeniden yorumluyor. 1946 yılında Buenos Aires’te ortaya atılan ve teknoloji ile estetik yargının değişeceğini savunan bu manifestoda sanatçıların mevcut teknolojik gelişmelerden yararlanarak işler üretmesi üzerinde duruluyor. Teknolojik terimi çoğu zaman çağın ötesinde olarak algılansa da aslında bu manifesto tam da çağdaş olanın bu olduğunu savunuyor. Teknoloji ve üretimi birbirinden bağımsız düşünemediğimiz bu postdijital dönemde farklı araçları kullanan 17 sanatçıyı bir araya getiren sergi, bu geçiş sürecinde sanatçıların işlerine yansıyan estetik algının değişimi üzerine bizi sorgulamaya itiyor.
Sergideki sanatçılar arasında, 2017 yılında ArtBizTech tarafından ilki düzenlenen bang. Art Innovation Prix’yi kazananlardan seçilenler de yer alıyor. bang. Art Innovation Prix, insanın merak etme ve keşfetme isteği ile geliştirdiği araçlarla veri sanatı, biyosanat, yeni medya ve hibrid sanat alanlarında üretilen eserlere yer veriyor. Otomata sergisinde bu sanatçıların farklı ve yeni işlerinin yanı sıra, geleneksel malzemelerle üretim yapan sanatçıların işleri bir araya geliyor. Sergi izleyiciyi durmaksızın çalışan o makinenin bir parçası olmaya davet ediyor.
artSÜMER
‘Gaipten Gösteri’, Gözde İlkin
‘Casus Belli’, Erdal Duman
artSümer galeri, mekânının açılışını, Gözde İlkin ve Erdal Duman’ın eşzamanlı sergileri ile gerçekleştirdi. Gözde İlkin’in ‘Gaipten Gösteri’ başlığını taşıyan sergisi, sanatçının 2015-2017 süresince, bulunmuş ve lekelenmiş kumaşlar üzerine el dikişi ve boya gerçekleştirdiği bir seri. Kumaş, malzeme ve biçimin birbirini ağırladığı ortak bir zemin olarak işler. Zeki ve usulca oluşturulmuş politik içeriğinde ise figürler yine kimliksiz ve amorf bir şekilde izleyiciyi karşılıyor.
Erdal Duman’ın ‘Casus Belli’ başlığı ise çalışmalarında sıkça karşılaştığımız bir kelime oyununu içeriyor. İngilizce tanımı savaş nedeni, savaşı meşrulaştıran sebepken Türkçedeki anlamı da serginin bir parçası olarak kullanılıyor. Çalışmalarda kelime oyununun yanı sıra alışılagelen bir başka şey de savaşa referans veren gizlenmiş veya saklanmış unsurları oluyor. Duman’ın çalışmalarında insanın en büyük savaş makinesi olduğuna dair izler bulmak mümkün. Duman’a göre insan beyni, manipülasyon ve yalan kapasitesi ile tüm silahların üst aklı olan en korkunç silah oluyor. Önceki dönem çalışmalarında soyutlaştırdığı ve estetikleştirdiği silah, bomba ve (ilkel silahları temsil eden) kemikler üreten, sonrasında itham gücü ve şiddeti işaret eden bir unsur olarak parmakları kullanan Duman’ın ‘Casus Belli’deki işleri ise daha kavramsal bir derinlik kazanarak savaşa dair üstü kapalı bir insandışılaştırmayı konu ediniyor.
İlkin ve Duman’ın çalışmaları estetik olarak zıtlık taşıyor. İlkin eserlerini kumaşları boyayarak ve dikerek, Duman ise yerleştirmelerinde metal, cam ve polyester gibi malzemeler kullanarak oluşturuyor. Ancak iç içe kurgulandığında işler her geçen gün daha da askerileşen dünyamıza dair yıkıcı tepkileri temsil eden bir örgü halinde vücut buluyor. Toplumların kimliksizleştiği, insanların sayı olarak anıldığı bir dünyayı işaret ederken bir ironi olarak insanoğlunun doğayı/doğal kaynakları kullanma ve suistimal etme durumunu ortaya koyuyor. Ve tüm bunların arasında bugüne işlemiş bilinmezlikler ve tehditler karşısında artan korku ve güvensizliğimizle suç ortaklığımıza vurgu yapıyor.
Pİ ARTWORKS
‘Çizgiler Camiası’, Nancy Atakan, Küratör: Aslı Seven
Juma Art’ın en üst katında bulunan Pi Artworks, Nancy Atakan’ın ‘Çizgiler Camiası’ adlı sergine ev sahipliği yapıyor. Binanın terasında ise Osman Dinç’in heykelleri yer alıyor.
Nancy Atakan’ın son dönem keten ve keçe üzerine nakış işlerini bir araya getiren ‘Çizgiler Camiası’, dişi soy bağları ve kuşaklar arası aktarıma dair en öznel ve yerel hikâyeleri geniş tarihsel anlatılarla örerek modernizmin Türkiye’deki izleğinde kadınlara biçilmiş olan rolü işliyor.
Atakan’ın önceki çalışmaları ve araştırmaları çizgisinde, Batı dikiş ve nakış örnekleme gelenekleriyle Türk nakış sanatı unsurlarını kesiştiren sergi, hem Türkiye’nin hem Batı ülkelerinde modernleşme bağlamında kadınların eğitimini etkileyen tarihsel değişimleri otobiyografik referanslara bağlıyor. Yaşamöykülerimizi birbirine bağlayan çizgileri, geçmişten miras aldıklarımız ve geleceğe aktardıklarımızla ilmikleyerek içinde bulunduğumuz geniş tarihsel bağlam içinde örmek nasıl mümkündür?
Serginin çıkış noktasında Nancy Atakan’ın ailesinden ve yakın çevresinden kadınlara aile fotoğrafları ve anılarını paylaşma çağrısı yer alıyor. Bu çağrı ve yanıtlardan ortaya çıkan nakış işi nesneler, sergi alanında bir armağanlar toplamı olarak sunuluyor ve serginin zaman ve mekânının ötesinde bir çizgiler camiasina, süregelen bir paylaşım ve işbirliği sürecine tanıklık ediyor.