‘Kara ülke’nin insanları: Madenciler

Güncelleme Tarihi:

‘Kara ülke’nin insanları: Madenciler
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 05, 2023 14:35

Daniel Wiles, ‘Mercia’nın Bedeli’nde ailesini yaşatmak, oğluna iyi bir gelecek sağlamak için var gücüyle kazma sallayan madenci Michael’ın çaresizce çırpınışını ekonomik dille hikâye ederken okuyucuyu görmezden gelinen bir tarihe gönderiyor; bugünkü lanetin o tarihin mirası olduğunu hatırlatarak... Kısa ve sert bir roman.

Haberin Devamı

İngiltere’nin West Midlands bölgesinde Walshall’da doğan Daniel Wiles, Booker Prize Foundation bursunu kazandığı University of East Anglia’da yaratıcı yazarlık dalında yüksek lisansını tamamlarken başlamış -2022 yılında yayımlanan- ilk romanı ‘Mercia’nın Bedeli’ne. O zamana kadar Amerikan polisiyelerinin etkisiyle bir şeyler karaladığını ama edebiyat dünyasına dalıp ufkunu genişlettikçe doğup büyüdüğü topraklara ve o toprakların İngiliz endüstri tarihindeki yerine daha çok ilgi duyduğunu söyleyen Wiles, bu tarihi işlediği romanıyla -henüz 26 yaşındayken- hiç beklemediği bir başarıya kavuşmuş. The Observer’in 2022’nin en iyi 10 romancısı listesine alınmış, hikâyesi ‘ateşli bir şekilde zorlayıcı’ ve ‘içsel bir intikam arayışı’ nitelemeleriyle karşılanmış. Benjamin Myers ve Hilary Mantel gibi İngiliz edebiyatında söz sahibi isimlerden de olumlu eleştiriler alan Daniel Wiles için gelecek parlak görünüyor.

UMUDUN PEŞİNDE
Kısa ve sert bir roman ‘Mercia’nın Bedeli’. İngiltere Sanayi Devrimi tarihine karakteristiği sayılacak utanç verici sahnelerden biri ile -bir madenin ağzında bekleyen asansörde- başlıyor. Asansörden ziyade işçilerin sıkış tepiş istiflendiği çelikten bir kafes: “Asansörü tutan kocaman demir zincir hareket etmeye başladı. Parmak kemiklerini çıtlatır gibi ses çıkaran mekanik frenler. Asansör ve içindeki madenciler dibe iniyordu. Herkes soyunmaya başladı, sonunda paçalı donlarıyla kaldılar ve giysilerini bacaklarının arasına kıstırdılar. (...) Yavaş yavaş ayaklarından kafalarına doğru yükselen kızgın bir sıcak sardı bedenlerini. Michael’ın burnuna boğucu maden havası, ter ve gübre kokuları doldu. Madencilerin bağırtıları ve işçilerin duvarlara vuran kazma sesleri.”
Yıl 1872. Yer, üç kömür ocağı işletmesi tarafından vahşice yönetilen küçük, kapkara bir madenci köyü. Michael Cash de bu köyde, karısı Jane ve oğlu Luke ile birlikte yaşıyor. Geçirdiği kaza nedeniyle karısı işe gidemediği için iki madende birden çalışıyor
Michael - ölümcül bir tempoyla. Yegâne amacı oğlunun okuması ve kendisi gibi madenlerde çalışmaya mahkûm olmaması. Zira madenlerde en büyük sıkıntıyı çocukların çektiğini kendi deneyiminden biliyor. Aslında zihnine renkli bir tek kare bile bırakmayan, hayal bile edemediği bir çocukluk:
“Anılar tıpkı resimler gibi oluşur; ama bu anıların bir resmi yoktu çünkü resim için ışık gerekir; sürekli karanlıkta çalışıp yaşayan çocuk, karanlıktan başka bir şey hatırlamıyordu. Bu anılar korkudan doğmuştu; korku, titreme, ağlama, annesi için yakınma. Dışarı çıkan havanın ürkütücü uğultusu.”
Maden ocaklarından birindeki işinden atılan Michael, son çareyi kilisede bulacak, papazın duasını aldıktan sonra girdiği madende toprağa ilk kazmayı vurduğunda bir parıltılı görecektir; altının parıltısını. Bu Mercia’nin adaletidir belki de. Babasının dediği gibi; “Mercia, verir ve alır”...
Arkadaşı Cain’in de yardımıyla bir miktar altın çıkarırlar. İlk fırsatta altını satıp parayı paylaşacak, kurdukları düşleri gerçeğe dönüştüreceklerdir. Ne var ki Cain’in planları farklıdır...

MADENCİ HAYATI, MADENCİ AĞZI
Güçlü bir tarisel artalanı var ‘Mercia’nın Bedeli’nin. Zaten 1872’de -yazarın doğduğu yer olan- Walsall yakınlarındaki Pelsall Hall’de gerçekleşen kömür ocağı felaketinden esinlenerek yazmış romanını Wiles ve kazada ölen 22 madenciye ithaf etmiş. Açgözlü bir impatorluğun büyümesi için yoksul insanlara ödetilen bedeli bu kısa romanda çarpıcı biçimde sergiliyor. Bir maden işçisinin ocaklarda, köyde ve evinde sürdürdüğü cehennemi hayattan, aslında o hayatın kısa bir zaman diliminden verdiği kesitler -ustaca aşılanmış sosyal tarihiyle- Sanayi Devrimi hakkında inceleme kitaplarında yazılanlardan çok daha canlı ve gerçekçi.
Buldukları altının heyecanı kötülük tohumları saçmış, Michael ve Cain arasında ölümcül bir düşmanlık başlamıştır. Burada Cain isminin Kabil’e karşılık geldiğini hatırlatarak, bir kardeş kavgasından ve kutsal kitaba yapılan bir göndermeden söz edebiliriz. Mekân anlamında hikâyeyi genişleten bir kavga bu. Zira Cain’in izini süren Michael kimi zaman yayan, kimi zaman at arabaları, kimi zaman da nehir üzerinde yük taşıyan mavnalarla zorlu bir yolculuğa çıkıyor. Kömür sisiyle tütsülenmiş havanın kurşun gibi olduğu, gecenin hiç bitmeyecek gibi göründüğü, ‘Karanlığın Kalbi’ne yönelmiş destansı bir yolculuk. Bir kez daha Sanayi Devrimi’nin insana, topluma ve ekolojik hayata verdiği -bugün bile etkileri süren- tahribatla karşılaşıyoruz. Eklemek gerekir ki tahrip edilmiş topraklar romanda merkezi bir karakter. Bu topraklar aynı zamanda eski Mercia Krallığı’nın bir parçası. Romana ismini vermesi boşuna değil. Zira Kral Offa’nın hükümranlığı yüzyıllar önce sona erse bile Britanya İmparatorluğu çağında Mercia’nın adaleti hâlâ geçerli; vermeden almak hâlâ mümkün değil...
Kısa ve basit bir hikâye ama diliyle, üslubuyla, göndermeleri ve temalarıyla şaşırtıcı bir derinlik kazanıyor. Wiles neredeyse bütün fazlalıkları atmış, sözü dönüp dolaştırmamış, meselenin tam merkezine odaklanarak kotarmış anlattığı hikâyeyi. Buna karşılık kimi zaman rahatsız edici ayrıntılarla böyle bir dünyanın atmosferine nüfuz etmemizi sağlıyor. Elbette dil becerisi gerektiren bir yaklaşım. Ancak Wiles’ın bu konuda hiç sıkıntısı yok. Öyle ki, çıkardıkları kömür gibi kendi hayatları da buhar kazanlarına yakıt olan işçilerin yitik dillerini, aksanlarını bile -hem de melodik biçimde- canlandırmayı başarmış. Türkçeye çevirisinde bu dil ve aksanların gözetilmiş olması metni kavramamız açısından çok önemli bir durum. Süha Sertabipoğlu’nu roman bütününe yayılan mükemmel çevirisi nedeniyle kutlamak gerekir.
Madencilerin hayatlarını madencilerin ağzıyla izlemenin romanın atmosferine çok daha gerçekçi bir boyut kattığı bir gerçek. Anlatıcının devreye girdiği kısımlarda ise akıcı, ritmik, neredeyse lirik bir dil var. Uzun tasvirlerle ardından gelen kısa -fiilsiz- cümlelerin kombinasyonu üsluba faklı bir tat katıyor. Söz konusu üslubu Michael’ın gördüğü kâbustan yaptığım alıntıyla örnekliyorum:
“Dev bir atık yığını dağının üzerinde ve tepesinin çevresinde sıcak kırmızı bulutu yarıp çıkan beyaz bir hale ve kuzgunlar, kargalar, saksağanlar ve tepeli martılar karmakarışık sessiz gruplar halinde uçuyor, gagaları açık, kindarca ve ses çıkarmamalarına karşın alaycı ve atık yığınlarının arasında kara kara çiçeklenmiş kuru ağaçlar... Ve aşağıda kabaran pıhtılaşmış kapkara su kanalları. Ve Michael bir ağacı yarıyor, içinden sıvı altın çıkıyor, Michael’ın gökyüzü gibi kapkara ellerinden akıyor ve Michael atık yığınından inerken beliren ışık gibi parlıyor ve girdiği suda
Michael’ın derisi parlak beyaza dönüyor. Ve avucunda altın.”
Hikâye ile bütünleşen ekonomik bir dille, yer yer ‘ağız’ kullanarak ama her durumda güzelliğini yitirmeyen bir akışta anlatılan ‘Mercia’nın Bedeli’ sömürü, özellikle çocuklara dayatılan vahşet, insanlık onuru, intikam, umut, ekolojik yıkım gibi temalarla zenginleşiyor. Daniel Wiles, bir madencinin çaresizce çırpınışı, hikâye ederken okuyucuyu görmezden gelinen bir tarihe gönderiyor; bugünkü lanetin o tarihin mirası olduğunu hatırlatarak...

MERCIA’NIN BEDELİ

‘Kara ülke’nin insanları: Madenciler

Daniel Wiles
Çeviren: Süha Sertabiboğlu
Ayrıntı Yayınları, 2023
144 sayfa.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!