Güncelleme Tarihi:
‘Tatlı Rüyalar’da biri uyanınca, diğeri uyanan iki adamın hikâyesini anlattın. ‘Alper Kamu’ romanlarında beş yaşında bir dedektif yarattın. ‘Gizliajans’ta uzaylıları konu ettin. ‘Kan ve Gül’de de zaman yolculuğu var. Bir polisiye yazarı olarak enikonu fantastik temalar kullanıyorsun. Neden?
Bütün romanlarımın temel meselesi, özgürlüktür diye düşünüyorum doğrusu. ‘Tatlı Rüyalar’da rüya ile gerçek arasında kalmış bir adam vardır. ‘Alper Kamu’ maceralarında beş yaşında aciz bir bedene hapsolmuş, dizginlenemez bir zihin. ‘Gizliajans’ın kahramanı, aşk umuduyla aldanış korkusu arasında gidip gelir. ‘Kan ve Gül’de Aziz, hayatı geçmişle gelecek arasına sıkıştırıldığı bir hapishane olarak görür... Sözünü ettiğin fantastik unsur, her seferinde özgürlük arzusuyla, özgürlük korkusu arasındaki gerilimin mücadele alanını oluşturuyor.
‘Kan ve Gül’ yenilikçi bir polisiye. Aziz, geçmişe gidiyor ve işlenmemiş bir cinayeti çözüp önlemek üzere harekete geçiyor. Neden düz bir cinayet öyküsü anlatmıyorsun? Niçin buluş yapıyor, ille de acayip bir polisiye mevzu buluyorsun?
Ben genellikle yazdığım roman kadar, bir edebi tür olarak roman üzerine düşünmeyi de seviyorum. Dünyada her yıl on binlerce polisiye roman yazılıyor; ben türün temel özelliklerini korurken ona özgün bir nitelik de katmaya çalışıyorum açıkçası. ‘Alper Kamu’ romanları bunu karakter üzerinden, ‘Kan ve Gül’ ise suç ve çözüm arasındaki zamansal ilişkiyi tersine çevirerek yapıyor. İşlenmemiş bir suçun failini bulmak... Alışılageldik polisiyelerdekinin tersine, geçmişin geleceği değil, geleceğin geçmişi belirlediği bir hikâyedir. Ne kadar çılgınca olursa olsun, veri kabul ettiğimiz şeyleri sorgulatmak sanatın en büyük gücüdür diye düşünüyorum.
Fantastik ile realite arasında sıkı bağ kurmaktan da öte bir işlem yapıyorsun. Mesela alegoriye başvurmaksızın, doğrudan doğruya gerçek ile fantastiği buluşturuyor, harmanlıyorsun. Kartal’daki bir gecekonduda haddinden fazla telepatiye; ne bileyim, uzaylıların gezegenimizdeki başvekili konumunda bir teyzeye rastlıyoruz. Ayakları yere sağlam basan bir uçukluk mudur, hayal gücü ile gerçeğin tabii yoldaşlığı mı? Nedir yaptığın?
Fantastik unsuru, olağanın içine taşımayı seviyorum açıkçası. Efsaneyle gündelik hayatın arasında özdeşlik kurmak yerine, kendi hayatını bir efsanenin parçası biçiminde görmek, algılarını da değer yargılarını da farklı etkiliyor. Böylesinin, hayatın sihrini, değerini daha çok kavramamızı sağladığına inanıyorum. Kıymetli olanı, uzaklarda, Kaf Dağı’nın ardında değil de kendinde ve gündelik yaşamın içinde arayanların daha iyi, ruhsal zenginliği daha fazla bir toplum yaratacağına... Açıkçası buna çok da ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Kurt Cobain’in ölümcül mesajı
Bazı şarkıların adları filmlere verilir: ‘Hayat Bazen Tatlıdır’, ‘Senede Bir Gün’, ‘Akşam Güneşi’ gibi. Sen de İskender Doğan’ın ünlü şarkısını romanına başlık yaptın. Niçin?
Romanın bir yerinde İskender Doğan, Aziz’e, “Kan ve gül birbirinden çok farklı değildir” diyor, “Güle rengini veren kandır”. Aziz, geçmişinde felaket olarak değerlendirdiği bazı şeylerin bugünü için mutluluk kaynağı olabileceğini görmüyor; kızı Zeynep’in varlığını mesela. Başka türlü yaşanmış bir hayatın ona neler kazandırabileceğini düşünüp duruyor da en çok değer verdiği şeyleri kaybettirebileceğini aklına getirmiyor. Kahramanın bu patolojik pişmanlık duygusuna parmak basması açısından uygun bir başlık oldu sanıyorum.
Romanın bölüm başlıkları, Nirvana şarkılarının adlarından oluşuyor. Bunun nedeni ne?
‘Kan ve Gül’ bir yönüyle de benim de dahil olduğum X kuşağına dair bir roman. Kurt Cobain’in intiharının, kabaca 60’lar ile 70’lerin sonları arasında doğmuş bu kuşağın da sosyolojik ölümünü imlediğini düşünüyorum.
‘Kan ve Gül’ün her bölümü, çok şaşırtıcı ve meraklandırıcı şekilde bitiyor. Merakı bu denli kamçılamak, bomba gibi patlayan sürprizlerle okuru şaşırtmak, doğrusu hüner ister.
Çok teşekkürler, ne mutlu bana.
İyi de, okurken “Şu bölümü bitireyim de uyuyayım” dedim, olmadı, meraktan hemen diğer bölüme geçtim. Edebiyat aruzlu, mutantan, ağırbaşlı bir sanat değil mi? Bunca hız, heyecan ve cıvıltı, olanca cazibesine rağmen, edebî bakımdan riskli değil mi?
Belki de... Öte yandan, halihazırda var olanı bir biçimde tekrarlamak daha riskli geliyor bana. Edebiyatın giderek arkaik bir sanat haline gelmesi gibi bir tehlike varken -ve evet, bunu bir tehlike olarak görüyorum- yeni bir şeyler denemek, orijinalite arayışında olmak hem gerekli ve galiba hem de değerli bir çaba.
Alper, senin romanların genellikle hızlı başlar ve iniş çıkışlarla ilerler. ‘Kan ve Gül’ ise nispeten sakin başlıyor fakat sonuna kadar sürekli yükseliyor. Bu farkın hikmeti nedir?
Yine kurguyla ilgili bir durum bu. Romanın girişinde Aziz’i tanıyor, onun iyi kötü bir denge halindeki hayatına tanıklık ediyor ve yaşadıklarına atfettiği anlamı öğreniyoruz. Geçmişe dönüşüyle birlikte, bütün bu hayat kurgusunun, kişilere ve yaşadıklarına biçtiği anlamın alt üst oluş sürecini takip etmeye başlıyoruz.
Aziz yalnızca zamanda yolculuk yapmıyor, gençleşiyor da. Geçmişe duyulan özlem, mazinin genellikle iyi yönlerinin hatıralarda yer etmesi mi daha ağır basar, yoksa gençleşme arzusu mu?
O noktada insanın çelişkili bir hissiyatı var gibi geliyor bana. Geçmişe duyulan özlem, dediğin gibi, mazinin iyi yönlerini hatırlama eğiliminin yanı sıra, aynı hataları yeniden yapabilme lüksüne dair bir arzuyu da düşündürüyor bana. Nostalji, yaygın kanaatin aksine, bence şu düşünceden besleniyor: Ah keşke şimdiki aklım olmasaydı!
Kan ve Gül otobiyografik mi? Aziz ile aranızdaki benzerliğin mahiyeti, miktarı nedir?
Kaba hatlarıyla otobiyografik bazı unsurlar taşıdığı söylenebilir ancak bu bire bir değil, daha ziyade bir mekân tasarlarken, iyi bildiğin bir yeri hayal etmek gibi düşünülebilir.
Aziz, aslında sıradan aşk romanları çevirmekle meşgul bir ‘kaybeden.’ Dedektif olarak neden onu seçtin? Daha zeki, yetenekli, cevval bir başkarakter olamaz mıydı?
Bir polisiye olarak değerlendirildiğinde Kan ve Gül’ün özgünlüğü, başkarakterinden ziyade kurgusunda yatıyor. Öte yandan her karakter ilginçtir aslında. Aziz’i özel kılan, dedektiflik yeteneğinden ziyade geçmişe dair saplantıları. Psikolojik arazları, onu bir zaman yolculuğu için ideal bir karakter kılıyor.
Aşk sonsuz bir şeye inanma ihtiyacımızdan doğuyor
'Kan ve Gül' evet, orijinal ve sıkı bir polisiye. Bir yandan da esaslı bir aşk hikayesi. Buna karşılık, romantik aşk hakkında sıra dışı yaklaşımlar sergilemişsin. Sorum şu: Cinayet çözülebiliyor, fakat aşk çözülemiyor mu? Yani aşkı deşifre etmek, onun neden-sonuç ilişkilerini saptamak, duyguları anlamak daha mı zor? İmkansız mı yoksa?
Aşk, zannediyorum ki sonsuz bir şeye inanma ihtiyacımızdan doğan bir olgu. Sınırlı bir kavrayışla, sınırsız bir olgu ne kadar anlaşılabiliyorsa, aşkı tanımlamak, çözümlemek de o kadar mümkün olabiliyor. Biraz el yordamı, biraz içgüdü ve çokça da inanç sanki. Kan ve Gül özelinde, “çözülme” hakikaten de çok önemli bir sözcük. Polisiye karşılığı açık, bir cinayetin çözülmesi, bir vakanın aydınlatılması vs… Öte yandan, romanda Aziz’in bir kördüğüm haline getirdiği geçmişiyle yüzleşmesiyle birlikte yaşadığı çözülme de bir o kadar kritik.
Kitabın kapağında, Aziz’in sökülen bir örgü-adam olarak resmedilmesi bundan olsa gerek?
Doğru. Yeri gelmişken sevgili dostum ve kitap kapaklarımın tasarımcısı Murat Yılmaz’a bir kez daha teşekkür edeyim, Kan ve Gül için yaptığı çizim, bu meseleyi müthiş bir şekilde ifade ediyor hakikaten de.
Beş yaşındaki dedektif Alper Kamu’nun başkarakter olduğu iki roman yazdın. Dünya edebiyatında da benzerine rastlanmayan, son derece ilginç bir dedektif; yeni Alper Kamu macerası yazacak mısın? Yaz lütfen.
Evet, üçüncü bir Alper Kamu romanı kurguladım, hatta bir bölümünü yazdım bile. İşin doğrusu, ‘Kan ve Gül’e başlamadan önce kafamda tamamdı o hikâye ama arka arkaya iki ‘Alper Kamu’ romanı yazmayı pek istemedim; biraz duralım, o da ben de bir nefeslenelim istedim.
Romanların yurtdışında da çok ilgi uyandırdı. Fransız ve Alman basınında, ünlü eleştirmenler, hakkında derin yazılar kaleme aldı. Şunu merak ediyorum: Eserlerinin Türkiye’de ve yurtdışında algılanışı arasında ne gibi farklar var?
Okurun algılayışı açısından çok fark yok açıkçası; hakikaten, tahmin etmeyeceğim kadar yakınlık duydular romanlara. Ve doğrudur, beni çok düşündüren, heyecanlandıran yazılar kaleme alındı, ondan da ayrıca gurur ve mutluluk duydum. Burada da, naçizane çok değerli bulduğum, beni fevkalade etkileyen yazılar yazanlar oldu; bu noktada, özellikle Meltem Gürle’nin adını vermek isterim. Ancak genel bir karşılaştırma yapmak gerekirse, Türkiye’de, metnin rehberliğini kabul etmektense ona tahakküm etme eğilimi biraz daha fazla diyebilirim. Sadece edebiyatta değil sanatın her alanında, eleştiri işine girişirken, “sevmeyi sevmek” konusunda almamız gereken biraz daha yol var sanki.
KAN VE GÜL
BİR KARA DEJAVU
Alper Canıgüz
April Yayınları, 2017
216 sayfa, 20 TL.