Güncelleme Tarihi:
Osmanlı modernleşmesi kendi içinde katman katmandır ama belki de en ilginç katman kadınlar katında olup bitenlerdir. Bu katta ne olup bittiğini devrin şartları gereği (çünkü toplum hâlâ kapalıdır) tam olarak görmek bir yandan tam mümkün olmasa bile, edebiyata sızan sahneler, konunun aktüel tarafından çok, ruhunu sezmemizi kolaylaştırır. Henüz emekleme devrini yaşasa bile edebiyat, arayışlarındaki samimiyet ve amatörlükle kendisini doğal bir kaynağa da dönüştürür. Bu bağlamda, babası Ahmet Cevdet Paşa’dan düşünceyi ve öncüsü Ahmed Midhat Efendi’den edebiyatın işlevselliğini miras edinen Fatma Aliye Hanım (1862-1936) değerli bir kaynaktır. Bir toplum, bir medeniyet, bir kültür yeni yönünü arayıp tartışırken, kadını da arar. O ne olacaktır, ne olmalıdır? Cemiyetin şekillenmesinde üstleneceği rol nedir? Fatma Aliye imzalı ‘Hayattan Sahneler’ (Levâyih-i Hayat) hacim olarak kısa olmasına rağmen, iki kadın arasında vakumlanmış mektuplara dayalı akışıyla pek çok ipucunu da açığa çıkarır.
İlkin, mektuba bağlı bir yazma yönteminin kolaylığı üzerinde durmalı. Yazar, kendi içinden çıkardığı iki farklı ama yakın genç kadın üzerinden hem kalemini işletir hem de roman yazmanın zorluklarına takılmadan mesafe alır. Metin kendi içinde böylece hem bir doğallık hem de akışkanlık kazanır. Ancak okurken soruları ve devrin insan ve toplum şartlarını da elden bırakmamak gerekir. Acaba, eldeki metin kurgu değil de gerçek yazışmalar olsaydı nasıl bir manzara ile karşılaşırdık? Daha mı açık yoksa daha mı kapalı bir tablo çıkardı önümüze? Bunu sağlamak kolay değil. Çünkü geride belge bırakmamak gibi bir hastalığımız var. Eldekilerle de sonuçlara, yorumlara ulaşmak zor. Bu yüzden yazıya, edebi metne akana yoğunlaşmak ve onu çok açılı okumalara tabi tutmaktan başka yol yok.
Senem Timuroğlu, günümüz okurları metinle kolay irtibat kursunlar diye eseri sadeleştirmiş. Eldeki yayına metnin orijinal hali eklenebilirdi. Meraklı okur, başka yollarla gidermek durumunda bu ilgisini. Timuroğlu’nun sunuşta vurguladığı gibi, ‘ataerkil evlilik kurumu’, değişimlere uğrasa bile varlığını hâlâ sürdürüyor. Kadın ve onun bu kurum içindeki konumu tartışılıyor. Tacizlerden cinayetlere, mobing uygulamalarından akla hayale gelmeyen nice muamelelere bakıldığında meselenin arkeolojisi oldukça derin. Tam da burada, ‘Levayih-i Hayat’ı öne çıkaran ilk özellik, kadın konusuna kadınların bakıyor olmalarıdır. Fatma Aliye Hanım, kendi içinden yarattığı iki farklı karaktere, daha çok da kendi gölgesini katarak can vermeye çalışıyor. Evlilik, mutluluk, kadın, aşk, boşanma gibi kavramlara içeriden ayna tutmaya çalışıyor. ‘Hayattan Sahneler’ ismiyle daha geniş açılı bir çerçeve vaadi sunsa bile, asıl konuyu atomize etmesiyle öne çıkıyor.
Metni okudukça ve altını çizdikçe, pek doğal olarak, modernleşmeye bağlı yeni konum alma meselesinde ilkin kadınların kafasının karışık olduğunu görüyoruz. Ama bu karışıklığı çaresizlik olarak değil arayış olarak değerlendirmek gerekiyor. Zaten böylesi metinlerde, edebiyattan öte arayış ruhunu aramamızın sebebi, değişim konusuna tuttukları projeksiyonla ilgilidir. Hele, eli kalem tutan kadınların kalbi ‘kalem gibi bir yol bulmuşken’ bütün değişimi yazıya dökmek için, ona kılınacak nazarları güçlendirmek gerekir.
LEVÂYÄ°H-Ä° HAYATÂ
Hayattan Sahneler
Fatma Aliye
İş Kültür, 2020
64 sayfa, 7 TL.