Güncelleme Tarihi:
“Ders kitaplarında Toroslar’ın bitki örtüsü makiliktir denirdi kısaca. Ama ağaç çalı türlerinin her birinin bir masala konu olabilecek güzelliği anlatılmazdı. Ve dağları ayakta tutacak kadar güçlü yapıda oldukları da yazılmazdı nedense.” Şafak Okdemir işte o ders kitaplarında anlatılmayanları bir Yörük kilimi dokur gibi ilmek ilmek işliyor, Toroslar’ın hayranlık uyandıran güzelliklerini, bir kuru dal parçasından ulu sedir ağaçlarına varıncaya kadar, önümüze seriyor. Öyle ki dağa taşa, ormana göz diken maden şirketi ortaya çıktığında köylülerinkiyle aynı isyan büyüyor içimizde, ilk ağacın devrilişiyle tıpkı Gürsu Çoban gibi kalbimizin patlayacağını sanıyor, aynı inatla nöbet ateşinin başına oturuyoruz.
Şafak Okdemir bir önceki romanı ‘Nice Nine’nin Zeytini’nde olduğu gibi yine bir doğa mücadelesi anlatıyor. Okdemir yıllardır ‘doğa yıkımları ve yaşam savunucuları karşıtlığında, taraflardan biri’ olarak insanların derelerini, ormanlarını, zeytinliklerini, dağlarını korumak için verdikleri mücadelelere tanıklık ediyor, bizzat içinde yer alıyor mücadelenin. Gerçekleri kurguya aktarımındaki incelikte, bakış açısının genişliğinde sanatçılığının yanı sıra yaşam biçiminin de etkisi var.
‘Önce Okullar Kapandı’ pek çoğumuzun ilk etapta aklına gelmeyen başka bir pencereden bakıyor doğa yıkımlarına. Toroslar’ın yamacında, ormanlarından kadim Likya Yolu’nun geçtiği bir dağ köyündeyiz. Gürsu Çoban, Musti Dede ve Ümmü Nine tıpkı çocukluklarındaki gibi ilk gün heyecanıyla köy okulunun önünde buluşuyorlar. Ama ilkokul günlerindekinden çok başka bir sevinç bu. 20 yıl önce kapanan okullarını açmak için buluşuyorlar bu defa. Üç arkadaşın okul bahçesindeki doyumsuz sohbetleri ve anıları eşliğinde katman katman açılıyor roman. Kâh çocukluk günlerine dönüyorlar, kâh geçen yaz ormanları için koca maden şirketine karşı verdikleri mücadele günlerine.
Köyüne ve ormanlarına aşkla bağlı olan, doğadan ayrı kalmamak uğruna kazandığı Anadolu Lisesi’ne bile gitmeyen, inadı inat Gürsu Çoban o mücadeleden sonra karar veriyor köy okulunu açmaya. İşte bu noktada köy okullarının kapanmasıyla doğa yıkımları arasındaki bağ kuruluyor. Mecbur kalınan göçler ve boşalan köyler doğayı savunmasız bırakıyor. Doğayla insan arasında açılan mesafeyi açgözlü şirketler dolduruyor. “Köyün kalbi atmıyor gibiydi yıllardır” cümlesi okulun bu anlamdaki önemini özetliyor.
Üç dostun anılarında çocukluk yıllarındaki kadar canlı olan Perihan Öğretmen’se sadece anlatımlardan tanımamıza rağmen en derin hissedilen karakterlerden biri olarak hem kurguyu hem okul figürünü güçlendiriyor. Gürsu Çoban’ın verdiği isimle ‘Perilerin Hanı’ roman boyunca bir peri gibi dolanıyor satırların arasında. Ve tüm hikâyenin kalp atışları onun antik kentin eski taş duvarları arasında, kaynayan pınarın başında kurduğu şu cümlelerden yankılanıyor: “Bu çocukların yaşadığı şey saf mutluluk, sanki her biri bu dağların bir orman canlısı. Bu dağların mutlak sahibi ve geçici sakinleri...”