Güncelleme Tarihi:
Paris yaşamında karşılaştığı modernist sanatçıların düşünceleriyle şekillenen Gertrude Stein’ın ‘Üç Yaşam’ı, 1909 yılında basılmıştır. Birçok sanatçıya akıl hocalığı yapmış avangart yazar, kübizmin ilham babası kabul edilen Cezanne’ın resimlerindeki farklı katmanlar yaratan fırça darbelerinden ve her bir parçanın kendi içindeki eşsiz yalınlığından etkilenmiştir. Bunun etkisinde öylesine kalmış olacak ki, ‘Üç Yaşam’daki karakterler sadelikleri ile dikkat çekmektedir. Ancak bu karakterler hiç de eşsiz değildir.
‘Üç Yaşam’ birbirinden bağımsız üç kadının yaşamöyküsünü anlatır. Ancak bu kadınlar birbirlerine 19. yüzyılın toplumsal cinsiyet ve etnik kurallarıyla bağlıdır. Üç hikâye de Amerika’nın güneyinde, Bridgepoint adlı kurmaca bir kasabada geçmektedir. Stein, ismi her hikâyede yankılanan bu kasabayı bütün bir şekilde yansıtacak yerel renklere yer vermemiş, karakterlerini değişime kapalı birer natürmort gibi, fragmanlar halinde çizmiştir.
Kitapta ‘İyi Anna’, ‘Melanctha’ ve ‘Nazik Lena’ isimli öyküler yer alır. Bu üç kadın karakterden ikisi sade ve bayat sıfatlara sahiptir. Anna romantik dönemin geleneksel kadınını temsil etmekte, hem kadınlara öğretilmiş kuralları hem de sınıf düzenini korumaktadır. Lena ise itaatkârlığı ile övülür. Bu sebeple de Batı’nın kendine yakıştırdığı kadınları belirten iyi ve nazik sıfatlarını taşımaya uygun görülmüşlerdir.
Üç kadın toplumun kendilerine dayattığı kalıplarla yansıtıldıklarından dolayı, Melanthca’nın hikâyesinde de bir sıfat bulunmasa dahi, o da aslında ırkına atfedilen normlarla sıfatını yitirmiştir. Siyah olduğu için beyaz kadınlara uygun görülen sıfatlar ona yakıştırılmamış, siyah ırkın kadınlarının kategorize edildiği gibi seksi ve heyecan düşkünü olarak betimlenmiştir. Melanctha’nın öyküsünde edebiyatın en çok sevilen baskıcı mesleğine sahip Doktor Jeff Campbell yer alır. Campbell bilgiyi ve nasıl davranılması gerektiğini ‘beyaz adam’dan öğrenmiş ve kabul edilebilir sınırları herkese aşılamayı hedeflemektedir. Melanctha ise bilgiye duyguları ile ulaşmaya çabalar. Bu ikili aracılığıyla akıl ve ruhun geleneksel çatışması, bir eleştiri olarak siyah kadın ve erkek basmakalıp rollerinin çatışmasında buluşur.
Öykülerin dinamiği yalın, çatışmalarıysa kurgusal karakterlere göre yeterince basittir. Dilbilimsel tekrarlarla yazar karakterlerin düşüncelerini, gerçekleştirdikleri rutin eylemleri aynı görünen ancak başka bir yapıya sahip cümlelerle yinelemektedir. Bu cümleler Picasso’nun parçalanmış, merkezi bozulmuş ve yorumu geciktirilmiş resimlerine benzer ve Cezanne’ın kat kat aynı noktaya ama her seferinde farklı vurduğu renk darbelerini andırırlar. Stein bu tekrarlarla karakterlerinin üzerinde örneklediği geleneksel normları anlamsızlaştırmıştır.
‘Üç Yaşam’ Stein’ın 20’nci yüzyılın başında yazı dünyasında genç Amerikalı yazarları da çevresinde toplayarak basmakalıp her şeye karşı yaptığı gürültülü geçit töreninin bir eylemi olarak da görülebilir. Dahası, 19’uncu yüzyıl normlarını yansıtan ve tekrarlarla kakofoniye dönüşen sıfatlar ve cümleler bu gürültüye renk vermiştir. Önceki yüzyılın değerleri her zamanki gibi bu yüzyılda da değişecektir ve bu değişim yenilerine yer açmadan önce modası geçmiş kurgusal karakterleri anlamsızlaştırıp öldürecektir. İşte bu değişim, ‘Üç Yaşam’ın kalbini oluşturmuş ve Stein’ın bundan sonra sanatsal anlamda nasıl bir yol izleyeceğini ortaya koymuştur.