Kahvenin hatırı, tarihi ve edebiyatı

Güncelleme Tarihi:

Kahvenin hatırı, tarihi ve edebiyatı
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 12, 2022 12:55

Kahvenin kırk yıl hatırı vardır da tarihi ne kadar geriye gider acaba? Tarihçilerimizin, edebiyatçılarımızın yazdıkları kitaplardan kahvenin hem tarihini hem de sosyal hayattaki karşılığını, geleneklerini öğreniyoruz. Bugün alıntılarla kahve keyfinde bir yolculuk yapalım istedim.

Haberin Devamı

“1998’de, kısa bir konaklama sonrasında Paris’te bavulları otele koyar koymaz ilk kahvemi içmek için girdiğim Cafe de la Mairie’deki garsonun fincanın yanına iliştirdiği küçümen şeker paketinin üzerinde ‘İlk kahvehane 1554’te İstanbul’da açılmıştır’ yazısını göreli beri neredeyse gururum zedelenmişti. Oracıkta rivayetten tarihe, geçmişten şimdiki zamana, uzun ve karmaşık bir gelenek zincirinin halkaları arasında delifişek dolaşmıştı zihnim, imgelemim.”
Enis Batur

“İçilmez mi ki yemek üstüne de şöyle kahve
Az şekerli çok kaynamış veya sade
Konuşulsun fiskos edilsin
Sürülsün bir yandan da havagazına cezve
Hayat vericidir gönül açıcıdır
Isınmış suda köpürür dedikçe telve
Kalmaz bu fokurdamayla köpük kalmaz ama
Başka olur Hacivat’a başka lezzet verir
Sonunda Kamer Hanım’ın eliyle uzatılan kahve”
Salâh Birsel

“Kahvecibaşı beyaz eldiven giyer ve kahveyi öyle pişirirdi. Pişirdiği kahveyi Harem kapısına kadar kendi getirir, zili çalar, nöbetçi hazinedarın eline teslim ederdi. Kahve tepsisi, babamın annesi Tirimüjgan Kadın’ın yadigârı küçük altın bir tepsi olup üzerine gümüş bir cezve ve iki tane porselen beyaz fincan konurdu. Fincanlarda babamın markası vardı. Babam birinci fincanı içtikten sonra ikinciyi diğer fincanla içerdi. Kahveyi sigara ile birlikte ve ağır yudumlarla içerdi. Annemle beraber içtikleri vakit aynı fincanlardan ayrıca bir çift daha getirirlerdi.”
Ayşe Osmanoğlu, ‘Babam Abdülhamid’

Reşad Ekrem Koçu Yeniçeri kahvehanelerini şöyle anlatmaktadır:
“Kahvehane halkının kademe kademe seviyelerine göre peykeler, sofalar, saz yeri, bir baba sofası olur, bu teferruatın hepsi ahşap, oymalı, çiçek kabartmalı, boyalı, nakışlı, altın yaldızlı idi. Orta zemin mermer, bu mermer alanın tam ortasında muhakkak bir mermer havuz ve fıskiye bulunurdu. Peykeler, sofalar kilimlerle, seccadeler, kuzu koyun, ayı postları ile şilteler, yastıklarla döşenir, duvarlara Bektaşi levhaları asılırdı.
Ocak işini ehli fakat mukaşşer it, hayta bir ocakçı, piş tahta-çekmece önünde de kahvehane sahibi zorbanın gayetle makbulü bir mürahik civelek otururdu. Her kahvehanenin Ayvansaray loncasından sazendeleri, hanendeleri yine Kıptî yahut Rum köçekleri, kıssahan meddahları, en azından iki usta berberi ve gayetle mahbub, sureti mahsusada son derece câzip kıyafetler altında üç dört tane de berber şâkirdi, kahve uşağı bulunurdu.
Mükellef ve muhteşem Yeniçeri kahvehanelerinin hepsi sahipleri tarafından para harcanmadan açılırdı. Yeniçeri kahvehanelerinin kapuları üstünde sahibi olan zorbanın mensubu olduğu Yeniçeri ortasının nişanı alameti farikası bulunurdu; zamanımızın dükkân tabelaları gibi levha halinde fevkalade dikkat gayetle süslü olarak resm ettirilen bu nişan ağır bir çerçeve ortasında camlanır ve kahvehanenin açıldığı gün pek tantanalı bir alay ile getirilip kahvehanenin kapusu üstüne konulurdu, buna da ‘Kahvehane Nişan Alayı’ denilirdi.”
Reşad Ekrem Koçu, ‘Yeniçeriler’, İstanbul, 1964, s. 298.

BAKMADAN GEÇME!