Güncelleme Tarihi:
“Hayat anlardan ibaret derler ama yanılırlar, hayat aslında sonlardan ibarettir.”
Geçen günlerde bu seneki Duygu Asena Roman Ödülü’nü Arlin Çiçekçi’nin aldığı açıklandı. Henüz kitaplarıyla tanışmayanlar için Arlin Çiçekçi ismi merakları celp etti. Oysa bu ismi not etmemiz gerektiğine dikkat çeken, Çiçekçi’nin ilk romanının (‘Beşerbaz’ın Marifeti’) yayımlanmasının ardından, Milliyet Sanat’ın yayın yönetmeni Filiz Aygündüz olmuştu. Heyecanla yeni bir yazarı müjdelerken kalıcı olacağının sinyalini de veriyordu.
Ödüller edebiyat dünyası için elbette çok kıymetli. Özellikle yolculuğunun başında olan yazarların inatla devam etmelerinin önemli motivasyonlarından. Okur cephesinden bakınca ise çoğu zaman bir keşfin sebebi olabiliyor. Arlin Çiçekçi’nin ikinci kitabı ‘Servi Nine ve Üç Güzeller’ iyi edebiyat okumanın hazzını vaat ediyor okuruna.
Roman, kendine yeni bir yaşam kurma eşiğinde olan Suna’nın, halasından kalan Emanet Apartmanı’ndaki daireye taşınmasıyla başlıyor. Burası İstanbul’un eski semtlerinden birinde sıradan bir apartmandır. Tüm diğer eskilerde olduğu gibi yeşil tek alanı da parktır. Kamusal yerlerin nefes aldırdığı İstanbul’da bu park aynı zamanda sosyalleşme mekânıdır, hele ki yalnızlar için. Suna’nın kocasını geride bırakmaya çalıştığını ve nedenlerini iç sesiyle yaptığı diyaloglardan anlıyoruz. Bu yeni yaşam arifesinde biraz tedirgin, biraz çekingen, cesur ve kendi içinde çoksesli olduğunu anlıyoruz. Doğumu sırasında anne kaybıyla büyümenin sancılarını da satır aralarına ince ince işlemiş yazar. Babası, halası ve çocukluğundan gelen kocası Fırat en yakınındaki karakterler olarak öne çıkıyor.
Suna yavaş yavaş mahallenin yeni sakini olarak yaşadığı yerle ilişkilenmeye başlar. Evinin önündeki park, parktan uzayan ve evinin penceresini süsleyen servi yeni yaşamının önemli figürleri olmaya adaydır. Önce parkın simitçisiyle ve onun sayesinde yatır efsanesiyle tanışır, parka gelip gittikçe çayını demleyip iki lafın belini kırma hevesiyle Dina ile karşılaşır. Ve sonra Dina’nın kardeşi Ararat girer hayatına. Parktaki arkadaşlarıyla -tıpkı çocukların oyun arkadaşlarını parkta bulması gibi- Suna için park, işle ev arasında mekik dokuduğu, soluk aldığı bir yerdir. Ama kısa sürer bu soluklanma, parkın inşaata açılacağını öğrenir, servinin de taşınacağını. İşte tam bu noktada Suna’nın o kendi içindeki çoksesli hali dışarıya taşar. Dina’ya buraya dair kurduğu yatır hikâyesi fikrini açar. Suna hep hikâyeler kurar kendi içinde ve bu defa parkın inşaatına engel olabilecek tek şeyin bir yatır hikâyesinin kurgulanması ve dilden dile yayılması olduğuna inanır. Eyüp Sultan’a gider gelir, insanlara anlatır, romanı kendi sesinden okuduğumuz servi ağacı bir nineye dönüşür, yanında da üç kızının yattığı efsanesi yayılır. Her bir hikâyeyi ayrı ayrı yazar Suna. Amacı inşaatı engelleyebilmektir.
Hikâyeler anlatıldıkça gerçeklik kazanır; öyle ki televizyon, haberler ‘Servi Nine ve Üç Güzeller’ yatırına sahip çıkar. Bu gizemli yatırın hikâyesi o kadar gerçeklik kazanır ki bir diziye bile konu olur. Bunlar farklı dönemlerde yaşamış, erkeklerin zulmüne uğramış, toprağa düşmüş kadınlardır. Suna, hikâyelerini kurgularken her bir kadının kendi öyküsünü yazar, tabii önce karakterlerinin isimlerini koyarak başlar. Tıpkı Ursula K. Le Guin’in dediği gibi “isim koymakla başlar tanımak”. ‘Üç Güzeller’den birinin adı Yeter’dir. Çocuk yaşta evlendirilen ve ömrünce kocasından, ailesinden zulüm gören Yeter’in ölümü de kocasının dayağından olur. İkinci güzelin adı Zemzem’dir. Üçüncü güzelin adı Bedriye’dir, “vefatı tetkik edilen ilk kadın”dır, yine erkek şiddetiyle yaşamı sonlandırılan binlerce kadından biridir. Servi Nine yüzlerce yıllık bilgeliğiyle tüm kadınları kendi gölgesinde korumaya alır bu yatırla.
Yaşamları boyunca huzur bulamayan tüm kadınlar adına hikâyelerini tek tek anlatarak bir yatır kurar Arlin Çiçekçi. Gerçeğin şiddetini ve tarihselliğini edebiyatın imkânlarıyla bir anlatıya dönüştüren yazar bunu usul usul ve derin bir sadelikle yapıyor. Okura da sahicilikle örülmüş bir tarafında unutulmaya bırakılan toplumsal hafızayı kazıyarak, katmanlı, etkileyici bir roman okumanın keşfi kalıyor. Arlin Çiçekçi, Duygu Asena’nın kadınlarının adını koyarak anlatılmayan hikâyelerini dile getiriyor.