Güncelleme Tarihi:
Şehirler, sokaklar, toplu taşıma sistemi, çalışma hayatı, dil, aile, eğitim, siyaset... Kadınlar için bütün bu alanlarda cinsiyet eşitsizliğiyle karşılaşmak vaka-i adiyedendir. Sabah gözünüzü açtığınız andan itibaren başlar ‘kadınlık’. Tüm sistem erkekler temel alınarak, erkekler için kurulmuştur. 30’lu yaşlarına gelmiş bir kadın, artık toplumsal cinsiyetin tüm yüzleriyle karşılaştığını, tanıdığını sanır. Oysa bu o kadar sinsi bir şeydir, kökleri o kadar derinde ve geniştir ki, hiç aklınıza gelmeyecek yerlerde çıkar karşınıza. Bir doktorun muayenehanesinde, bir psikiyatrın koltuğunda, hatta bir jinekoloğun karşısında... Bizi tedavi etmesi için verilen ilaçlar bile erkek metabolizması temel alınarak hazırlanmıştır.
Batı’da yapılan araştırmalara göre, acil serviste olup da akut ağrıdan şikâyet eden bir kadına afyon içeren ağır bir ağrı kesici verilmesi ihtimali erkeğe kıyasla daha az. 2014’te İsveç’te yapılan bir araştırmaya göre, acil serviste kadınlar doktoru görmek için daha uzun süre bekliyor ve acil vaka olarak tanımlanma oranları daha düşük. Ağrı için hastaneye giden kadınlar erkeklere kıyasla anksiyete sorunu olduğunu düşünüp sakinleştirici ilaç yazılması ve bunların psikolojik rahatsızlık olarak sınıflandırılması ihtimali daha yüksek.
Kadınların ağrıları, şikâyetleri gerektiği kadar ciddiye alınmıyor. Hele bir de ev kadınıysa ‘kendini çok fazla dinlediği’ söyleniyor. Kalp hastalığı belirtilerine panik atak teşhisi konuyor. Ne de olsa hepimiz duygusal, histerik, her şeyi dramatize eden, en küçük meselede doktora koşan varlıklarız. Kimi durumlarda önyargılar, kadınları ölüme kadar götürüyor. Bilimin rasyonel, verilerin önyargısız olacağını, çünkü gerçeğin tek olduğunu düşünürsünüz ama gerçeğin nasıl yorumlandığı, o gerçeğe hangi açıdan bakıldığı her şeyi değiştirebilir.
Kısa süre önce yayımlanan iki ‘feminist’ kitap, gözleri kadın bedenine ve kadın sağlığı hareketine çeviriyor. İlki, Pulitzer ödüllü bir gazeteci, bilim yazarı Natalie Angier’in kaleme aldığı ‘Kadın/Sonsuz Coğrafya’. İkincisi ise Amerikan Ulusal Kadın Sağlığı Ağı kurucularından Barbara Seaman ile Laura Eldridge’in derlediği ‘Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler’. Ayizi Kitap’tan çıkan eserin ikinci cildi karşımızda.
‘Kadın/Sonsuz Coğrafya’, kadın bedenine, anatomisine, kimyasına, evrimine bir övgü. Angier, kadınlığın halleri konusunda yaygın klişeleri çürüttüğü bir bakış açısı ortaya koyuyor kitabında. Kadının ne olduğu ve ne olmadığıyla ilgili bilinenleri test ettikçe, düşüncelerimizin kalıpları sökülüyor. Yer yer öfkeli, sivri, alaycı bir dille yazılmış; feminist bir bilim okuması. Sayfalarında bolca bilimsel terim var ancak kitap buna rağmen okuyucusunu kendinden uzaklaştırmıyor. Anlatılan, hep etten kemikten birilerinin hikâyesi oluyor. Oğlu olmadığı için karısını suçlayan kocalara, kız öğrencilerini küçümseyen fizik, kimya, matematik, mühendislik hocalarına mutlaka okutulmalı. Bir tür antoloji özelliği taşıyan ‘Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler’in editörlerinden Barbara Seaman, doğum kontrol haplarının ve hormon replasman tedavisinin ipliğini pazara çıkaran kadın olarak tanınıyor. Seaman, kadın bedeninin kimyasıyla oynayan bu müdahalelere o kadar karşıydı ki, doğum kontrol hapı üreticilerini mahkûmlar üzerinde deneyler yürüten Naziler ile kıyaslıyordu. Laura Eldridge de kadın sağlığı aktivizminin ABD’deki önemli isimlerinden.
İlk cildi 11. bölümde biten kitabın ikinci cildi 12. bölümden; ‘Seks’ten başlıyor. Jinekoloji, psikoloji, tecavüz ve kadına yönelik şiddet, spor, beden imgesi, vücudun bölümleri, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, kronik hastalıklar diğer bölümlerin konu edindiği başlıklardan bazıları. Tüm bu meseleler feminist bakış açısıyla ele alınıyor.
Yazarlar kitabın girişinde şöyle diyor: Bu kitapla ilgili en büyük umudum, onu okuyan kadınların kendi aralarında konuşmalarını teşvik etmesi. Çünkü kadınların sağlık hakkında konuşmaları, her şey hakkında konuşmaları demektir.